Türkiye’yi anlama kılavuzu, Türkiye dışıdır. Yazılı-yazısız, taahhütlü ve teamüllü ne varsa oradadır. Oraya bakınca ülke bütünlüğü açısından çok da olumlu şeyler düşünmek mümkün olmamaktadır. Şüphesiz güçleniyoruz ancak her güçlenme; beraberinde daha da güçlü saldırıları daha güçlü düşmanlıkları getiriyor. Ülkenin vakit kaybetmeden siyasi istikrara kavuşması elzemdir.

“Türkiye köklü devlettir -Türkiye büyük devlettir” Mealinde kurulacak benzeri cümleler ile gaza gelmeye de kendimizi kandırmaya da gerek yoktur. Unutmayın! Ne de güzel demiş büyüklerimiz: “Yiğit diye diye candan, mert diye diye maldan ederler.” Diye…
Güçlü olan ABD’dir! Güçlü olan AB ve onun emperyalist lokomotifleridir! Güçlü olan bir ülkede siyasi partilerin milli politikalarda ayrı düştüklerini, birbirilerine milli politikalara halel getirme pahasına ( Ki çoğu zaman halelin de ötesinde) özel politikalar geliştirdiğini gördünüz, okuyup ya da duydunuz mu? İngilizler, Fransızlar ya da Almanlar?
Yıllardır anlatamadığımız hakikat, bugün bütün haşmetiyle önümüzü kesmiştir. Bizatihi demokratik olamayan, Demokrasi Festivalimiz, tehlikenin kendisi olmuştur. Çok doğru yapılanların yanında hayati yanlışlar devam edemez.
Ulus devlet hedefi ile Türkiye’yi yumuşak karnından vurmak ya da vurdurtmak eksenli bütün emellerin birikimi SONUCUNU ZORLAMAKTADIR. Yıllarca devlet düşmanlığı ile beslenip büyütülen fikirler, bizatihi devletin (devlet adına görevlendirdiği her bir memurun ve hukuk devletine yakışmayan yasaların) demokrasi dışı tutum ve davranışı ile şımartılmış; uçsuz bucaksız hamleler alanına kavuşmuştur. Devlete rağmen var olmuş, silahlı silahsız bütün karşı koymalara karşın, siyasi bir başarı elde etmiştir.
Siyasi tarih okumuş hatta öğretmiş onca insana demokrasinin, ulus devletle mücadele platformu olmadığını,
Cumhuriyet dışında, Osmanlı hayalperestliği ile Osmanlıcılık oynamanın yerine Cumhuriyetin bir ihya hamlesi olarak demokrasinin daha anlamlı daha gerçekçi ve kalıcı sonuçları ile halkın heyecanlandırılması gerektiğini,
Cumhuriyete bizzat cumhurdan güç alarak güç katmanın erdem olduğunu,
Cumhuriyette elde edilmiş hiçbir başarının kişisel bir başarı olmadığını,
Demokrasinin bizatihi demokratik taleplerle güçleneceği gerçeğini, Osmanlı gibi eski sevdaları havalandırarak herhangi bir halt olunamayacağını,
Daha güçlü olmak için daha güçlü sosyal bağların olması gerektiğini,
Yaşadığı sistemi hesaba katmadan bu bağı tek başına “Dine” yüklemenin ne kadar yanlış sonuç vereceğini en azından din ve dindar algısında bir kirlenmeye götüreceğini,
Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de olduğu gibi, hatta ve hatta ulus devlet olarak kendini vizyona koyan ABD de olduğu gibi; kendini, milli tanımını, tartışmaya bile açmaya müsaade etmemiş devletler gibi, milli tanım ve reflekslerine sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu,
Bunun bir ırkçılık meselesi olmadığını,
Arnavut Mehmet Akif Ersoy’umuz gibi (!) sahiplenmenin, bir milli vasfın bir milli kimliğin kendi dilimizdeki anlamını önemseyerek; tıpkı Almanya’da, tıpkı Fransa’da, tıpkı İngiltere’de olduğu gibi kurucu milletin varlığını ve siyasal alanını ve hükümranlık haklarını gasp etmeden değerleriyle, diğerleriyle özgürlüğü paylaşılabileceğini,
Türk kimliğini bütün kötülüklerin anasıymış gibi pazarlamanın sonuçta başka etnik kökenleri; devletle mücadele kisvesi adı altında Türklerle mücadele bilinci haline dönüştüreceğini,
Uluslararası ellerle başka etnik kökenlerin bu anlamda teröre başvurmuş diğer etnik kökenlerle işbirliğine zorlanacağı, bunun da ilk örneklerinin son seçimlerle yapıldığını, başka etnik köken tanımı ile kendini tanımlayan bazı derneklerin kimleri desteklediğinin ciddiye alınması gerektiğini,
Terörle pazarlığın teröre silah bıraktırmayacağını, aksine teröre bulaşmamış kitleyi de terörün hâkimiyet alanında çaresiz bırakacağını, “Siz misiniz bize katılmayanlar, siz misiniz devletle bir olup bize karşı gelenler” denilip bir büyük hesaplaşmaya girileceğini,
Terörün ancak evrensel insan hak ve özgürlükleriyle geliştirilip güçlendirilmiş hukuk devleti ile bitirilebileceğini, bunun içinde örgüt vb. başkaca bir nedene bakılmaksızın yasal gerekliliğin yapılması gerektiğini,
Devlet kurumlarının ve kanunlarının bahse konu hukuk devleti sınırları içinde daha da güçlendirilmesi gerektiğini; bedel öder gibi asker, polis, savcı ve hakimlerimizin canlarının hiçe sayılmasına tahammülün artık mümkün olmadığını,
Arap-marap baharı diye bir şeyin olmadığını; olanın aslında büyük devletlerin işine gelmeyen liderlerin tasfiye hareketi olduğunu, bizim açımızdansa güneyde demografik yapımızın değiştirilmesi yönünde güçlü hamleler olduğunu,
ABD televizyonlarında “Teşekürler Amerika” reklamı verenlerin; bu gün Mezopotamya’nın sahipleriymiş gibi güçlendirilmelerinin emperyalist bir uşaklık olduğunu, bu uşaklığın gelecekte bölgesel harita değişikliklerinde oldukça önemli olduğunu, uşaklarla dost olunamayacağını,
Gaz verici, yağ yakıcı, kuyu kazıcı yazarların daha kıymetli daha popüler hale getirilerek aylık kazançlarının oldukça artırılmasının onların birer idealist olduğunun kanıtı olmadığını, inanç ve değerlerle dalga geçmeyi espri anlayışı yapmış bu yığının gelecekte en büyük ve en son hamlelerin ellerinden çıkacağını,
Her ile üniversite kazandırmış bir ülkenin; eğitimde ipe sapa gelmez değişiklikler yerine, gençliğin ideal bir gelecek olarak tasarlanıp yetiştirilmesi için heves ve idealin gerektiği, ancak bunun aslında yok olduğunu, kadro ve ideal eksikliğinin çok ama çok büyük bir sorun doğurduğunu,
Çok yazdık çok anlatmak istedik, anlatamadık. Yılardır anlatamadığımız hakikat da budur sevgili okur! Sizce de zaman bizi haklı çıkarmadı mı?
Güzel günlere uyan sevgili ülkem
Sağlıcakla kalın efendim.