OMÜ Rektörü Prof. Dr. Sait Bilgiç, geçmişte akademisyenlerin donanımlarını sergileyemeyecekleri moral ve motivasyon bozucu hoş olmayan şeyler yaşandığını ifade ederek, "Bu işi herkesin yapabileceği, küçük bir iş gibi görüldü. Hayatında 3 kişi yönetmemiş insan, 6 bin kişiyi yönetir oldu'' dedi

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Rektörü Prof. Dr. Sait Bilgiç, OMÜ hakkındaki soruları samimi biçimde yanıtladı. Bilgiç, öğrencilere de önemli tavsiyelerde bulundu.

BİR SAMSUNLUDAN DAHA ÇOK SAMSUNLU OLDUM

ZERRİN SOMUNCU: Öncelikle yeni göreviniz hayırlı uğurlu olsun. Prof. Dr. Sait Bilgiç, şimdiye kadar hayatımızın içinde rektör yardımcısı, YÖK üyesi olarak vardı; ama şimdi yeni dönemde OMÜ'yü yönetecek kişinin kim olduğundan, nereden geldiğinden ve hayat hikayesinden bahsedelim.

PROF. DR. SAİT BİLGİÇ: Samsun'da 30. yılıma girmek üzereyim. 1953 yılında Adıyaman'ın Besni ilçesinde doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi de orada tamamladım. Üniversiteyi, Fırat Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi'nde okudum. 1981 yılında mezun oldum ve aynı üniversitede doktoramı yaptım. Doktora sonrası belki de aklımdan o güne kadar pek geçmeyen, yani doğduğumuz büyüdüğümüz şehir Adıyaman, okuduğumuz şehir Elazığ, iklimi ve kışı sert, yazı sıcak bölgelerden Karadeniz gibi yağışlı ve kapalı olduğunu duyduğumuz bölge hiç aklımdan geçmezken kader insanı bazen böyle sürüklüyor. 1987 yılında doktoramı tamamlayınca burada bir ilan çıktı ve başvurdum. Tıp Fakültesi'nde uzman olarak başladım. 1988'de yardımcı doçent, 1989'da doçent, 1997'de de profesör olarak akademik kariyerimi sürdürmeye devam ettim. Samsun'a başvurular için evrak getirmeye sürekli gelip gittiğim dönemde hep kapalı ve yağışlı hava vardı. Dediğim gibi o zamana dek hiç düşünmediğim şeylerdi. 'Ben burada herhalde kalamam, birkaç yıla sıcak bir yere dönerim' diye düşünmüştüm. Ama bir iki yıl kaldıktan sonra alıştım. Sevdim. Çoluk çocuğum burada doğdu büyüdü. Samsun dışında tek bir dikili ağacım yok. Ne kazandımsa burada. Bir Samsunludan belki de daha çok Samsunlu oldum.


TRAMVAYIN ÜNİVERSİTEYE ÇIKMAMASI PSİKOLOJİ BOZUYORDU

SOMUNCU: Geçtiğimiz günlerde bir protokol imzalandı. Samsun ve üniversite öğrencileri için çok güzel bir haber oldu. Öğrenciler ne zaman Gar'dan tramvaya binip üniversitenin içindeki bir fakülteye gidebilecek?

PROF. DR. BİLGİÇ: Raylı sistemin son durağının bittiği yer tam üniversitenin kıyısı. Oraya kadar geldikten sonra insanların inip ikinci araca binmesi bir defa insanları psikolojik olarak rahatsız ediyordu. İkincisi, in bin meselesi ve o kadar aracın kampüse girmesi birçok sorun. Bu çok dikkat çekiciydi. ''Neden üniversiteye çıkmıyor?'' sorusunu herkes soruyordu. Sebepleri arasında o günün teknolojisinin yetersizliği olabilir. Göreve geldiğim ikinci gün Başkan Yılmaz hayırlı olsun ziyaretine geldiğinde ''Sait hocam üniversite bizim. Elbette buraya hizmet edeceğiz. Yeni rektörümüz sizinle de güzel ilişkiler sürdürüp, güzel hizmetlere vesile oluruz inşallah'' gibi güzel bir konuşma geçince, ''Başkanım gel bugüne kadar çözülemeyen şu sorunu hallederek başlayalım'' dedim. ''Ne o?'' dedi. ''Şu raylı sistemi artık üniversitenin içerisine çıkaralım. Öğrencilerimiz bindiği yerden kampüsün içerisine en azından binasının yakınına kadar gidebilsin. Bir hasta yakını, hastanenin yakınında inebilsin. Siz de istersiniz bunu, halk zaten istiyor bunu. Bizim yapmamız gereken neyse yapalım, siz de gereğini yapın başlatalım'' dedim. ''Aslında biz de düşünüyoruz ama geçmişte teknik engeller vardı. O zaman bir ekip kurup çalışalım'' dedi. Hemen bir ekip kurduk orada ve hızlıca çalışmaya başladı. 10 gün içinde olabileceği yönünde kanaatler ortaya dökülünce, bizim de üzerimize düşen yükümlülükleri taahhüt ettik ve yükümlülüklerimizi yerine getireceğimizi söz veren protokolümüzü imzaladık. Çünkü bugün biz varız, yarın kim olur belli değil. Bunların kayıtlı biçimde sürdürülmesi gerekiyor. Sayın Valimiz ve diğer bürokratlar da destek verdiler. Hayırlı bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

SOMUNCU: Tramvayla ilgili tam olarak neler oluyor şimdi hocam, ne zaman sonuçlanacak?

PROF. DR. BİLGİÇ: Tahminim şöyle. İlk bürokratlarla konuşmamızda rakam olarak anlamlı da olsun diye 08.08.2018'e kadar bitirelim denildi. Ama son çalışmalarla bunu daha da öne çekilebileceğini öğrendim. Belki bir 6 ay öncesinde de bitebilir.

SOMUNCU: Yani 1.5 yıl gibi bir süre içinde, üniversite içerisinde 6 kilometreyi kapsayan bir hat yapılacak.

PROF. DR. BİLGİÇ: Evet. Belirlenen güzergah bütün fakültelerin yakından geçecek. Bir öğrenci indiğinde en fazla 100-150 metre yürüyerek okuluna gidebilecek. Hastanelere de aynı şekilde. Bu oldukça makul bir mesafe. Bunun dışında da kampüsün 20-30 yılını düşündüğümde çevre temizliği ve trafiğin azalması açısından raylı sistem çok önemli.

SOMUNCU: Biz şu anda sadece yaklaşık 60 bin öğrencinin faydalanacağını düşünüyoruz ama öyle değil. Aslında orada Diş Hekimliği Fakültesi, Tıp Fakültesi'nden faydalanan hastalar için de tramvay çok önemli. Bir de bu yoğun ulaşım esnasında oluşan çevre kirliliği ve otopark sorununa da dikkat çekmek gerekli.

PROF. DR. BİLGİÇ: Diş Hekimliği Fakültesi binamız yeni yapıldı. Mevcudunun iki katında. Dolayısıyla hasta sayısı ve çalışan sayısı artacak ve ciddi yoğunluğu artacak. Bulunduğu yer de yolun hemen kenarında, eğer orada bir park sorunu bugünden çözülmezse diğer birimlere kadar araç park yerine dönüşmesi mümkündü. Şimdi yeni binanın hemen yanına katlı otopark planı çizdirdik. 350 araçlık bir kapalı otoparkla çalışanların ve öğrencilerin otopark ihtiyacını karşılayabilecek. 25-30 yıllık bir park sorununun orada olmayacağını düşünüyoruz.

GEÇMİŞTE OMÜ'DE HOŞ OLMAYAN ŞEYLER MOTİVASYON BOZDU

SOMUNCU: OMÜ'de iyileştirilmesi gereken alanlar için nasıl bir yol haritası izleyeceksiniz? Bu alanları nasıl tespit ettiniz?

PROF. DR. BİLGİÇ: Geçmişte uzun süreler yöneticilik yapmış, YÖK üyeliği de yaparak diğer üniversitelerde de olup bitenleri izlemiş, onlara şahitlik etmiş, dünyada da üniversitelerin gidişatıyla ilgili önemli tecrübelere sahip birisi olarak bütün işlerin insansız olamayacağı gerçeğini net gördüm. Donanımlı, işini seven, heyecanlı insan olmadan gerçekten bir işi amaçladığınız şekilde başarmak mümkün değil. Bizim üniversitemizde zaman zaman gerçekten insanımızın donanımlı olanının dahi, o donanımını sergileyemeyeceği moral ve motivasyon bozucu, psikolojik olarak heyecanını kaybetmesine neden olan hoş olmayan şeyler yaşandı. Bu yaşanan şeyler, hep şöyle bir ümitsizliğe sürükledi: ''Rektör değişse ne olacak? Ahmet gitti Mehmet geldi. İsim ve simalar değişiyor, hatta seçim öncesi söylenilen hiçbir şeye uyulmuyor.'' Ben bundan önce 2 defa daha aday oldum. Öğretim üyelerinde bu karamsarlığı net biçimde gördüm, hissettirdiler. ''Hocam iyi hoş söylüyorsun ama ne olacak ki? Olmayacak ki'' diyorlar. Değişmeyen önemli şeyler vardı, bu fark edilmedi. Üniversite çok büyük bir kurum. 6 bin 330 çalışan, bugün için 56 bin öğrenci sayısı, birbirinden farklı iş çeşitliliği var. Profesöründen hizmetlisine kadar geniş çalışan insanı var. Bütün bu gerçek ortadayken, biz şunu hiç düşünmedik veya bizim dışımızdakiler de düşünmedi. Oy verirken biz, atarken de başkaları, bu işi herkesin yapabileceği, küçük bir iş gibi gördü. 10 kişinin çalıştığı bir yere amcanızın oğlu veya kardeşiniz olsa hiç tecrübesi olmadan getirip işin başına koymazsınız. Ama bunlar oldu inanın. Hayatında 3 kişi yönetmemiş, böyle tabir ediyorum, insan 6 bin kişiyi yönetir oldu. Diğer insanlarla birlikte 60 bin kişiyi. Bizim 8 milyon metre karelik kampüs alanımız var. Böyle bir yere rektör tayin edilirken ne öğretim üyeleri bunu değerlendirebildi ne de önüne gelen isimler arasında böyle bir değerlendirme yapılamadı yukarılardan. Sonra da biz mucizevi biçimde başarı bekledik bu arkadaşlardan. Bu olamazdı, gerçeğe ve hayatın akışına aykırıydı. Ben ''Bunu değiştirin, buraya gerçekten bu işi yapabilecek birisini getirelim. Birçok şey değişmeye başlayacak'' dedim. Ben, bu iddiadayım da demiştim. Kendime tecrübem ve insana bakışım itibariyle güveniyorum. Geçmişte yaşanan kötü ve yanlış dediğim şeyleri mazeret göstermek gibi bir şeyim olamaz, olmayacak. Samimi olan bir insanın bunu zaten demesi mümkün değil. Yetkili değilken yanlış dediğiniz bir şeye, yetkiliyken yapar hale geldiğinizde olacak şey değil. Birçok şey böyle olduğu için insanlar ümitsizliğe kapıldı. Rektör olduğumda kendi kendime karar verdim. Hatta bana oy veren insanlara da, ''Dün haksız, yanlış ve olmaması gerek dediğiniz şeyi isterseniz bilin ki bu olmayacak. Beni destekliyorsanız böyle destekleyin. Benden kişiye özel bir şey olmayacak.'' Beni devlet bu kurumun başına güvenip atarsa, bu güven şu demek: Sana burayı insanıyla, mekanıyla, parasıyla emanet ediyorum. Kanunla sana verilmiş yetkiler içerisinde en iyi şekilde yönetmem için veriyor, ben bu güveni sarsacak bir şey yapmayacağım. Benden özel bir şey isteyeceklerini düşünerek, dün falancalara yapılan ayrıcalığın, kayırmacılığın size de yapılacağını düşünüyorsanız desteklemeyin dedim. Göreve gelir gelmez de bunu hayata geçirmek için adım attım. Bu önce bir güven meselesi. İnsanların önce size güvenmeleri gerekiyor. Uzun vadeli hayata geçebilecek bir şeyi göreve gelir gelmez başarmanız mümkün değil. Bu nedenle kimseye karşı bir ayrıcalık yapmayacağımı göstermek için, rektörlüğümün üçüncü gününde seçime girmiş 10 ve üzeri oy almış bütün rektör adayı arkadaşlarımı akşam yemeğine davet ettim. Sağ olsunlar sadece 2'si Samsun'da olmadığı için gelemedi, diğerleri geldi. Orada onlara da bunu dedim: ''Hepinizin bu üniversiteyle ilgili iddiası vardı, yapabilecekleriniz olduğu için yola çıktınız, aday oldunuz. Ben de öyle oldum. Allah bize kısmet etti, görevin başındaki biziz. Bugün davetimin sebebi şu, bu masa gelin üniversiteyi yönetirken sizin dün hayata geçirmek istediğiniz fikirlerinizin tartışıldığı, aynı zamanda benim fikirlerimin de tartışıldığı, ortak aklın ortaya konulacağı bir masa olsun. Kimin fikri kabul görürse, o kişinin adıyla da hayat buldurmak bana görev olsun. Fikir yeter ki ülkenin, Samsun'un ve üniversitenin yararına olsun. Bu fikir falancanın diyelim ama biz onun hamallığını yapalım.'' Böyle samimi bir konuşmamız oldu. Sağ olsun onlar da buna karşılık verdiler. Desteklediklerini söylediler. Toplantıyı daha da genişletip yeni isimler de katarak ikincisini yaptık. Orayı bir ortak akıl masası haline getirmek istiyorum. Hatta şehir-üniversite buluşmasında da o masadaki isimlerini farklılaştırarak sürdürmek istiyorum. Dolayısıyla burada somut başka adımlar atmam lazımdı. En önemli şey üniversitede çalışan insanların özlük hakkı. Düşünün, dışarıda çok daha yüksek paralar kazanacakken sırf akademik hayatı, araştırmacılığı ve eğitimciliği tercih edip bir devlet memurunun azıcık üzeri bir maaşla hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Ve önlerindeki akademik yükseltmeler bir heyecan onlar için. Doktora yapıyorsunuz, yükseliyorsunuz; yaptığınız yayınlar, yetiştirdiğiniz öğrenciler hepsi sizi heyecanlandıran ve ayakta tutan şeyler. Bu arkadaşların zaten üç beş kuruş daha fark ettiren ve o unvanı almanın verdiği hazzı yaşamalarına mani olarak üniversitede iyi işler yapabilmenin mümkün olmadığını herkes bilir aslında. Bugüne kadar yaşanmamış bu şeyi hayat buldurayım dedim. Özlük haklarıyla ilgili kimsenin arasında haksızlık yapmayalım istedim. Elbette vatan hainliği noktasında önümüze bilgi ve belge sunulmuş kişiler hariç. Diğer insanların ne fikri ne başka özellikleri değil akademik ve liyakat özellikleri, kadro sayımız hepsine verecek sayıda olmadığı için bekleme süresi uzun olan yani kıdemli ve akademik yeterlikleri olana mevcut kadroyu vererek dağıtım yaptık. İki ilana çıktık ikisinde de böyle yaptık. Bu önemli bir şey oldu. Birçok teşekkür eden insan oldu. ''Hocam bu böyle devam edecek mi hakikatten'' diyenler de oldu. Çünkü kimsenin alışmadığı ve beklemediği bir şey. Bu gerçekten üniversiteye katkı sağlamak isteyen bir yönetici için kolay bir şey. Kendi insanını değerlendiremeyen, ona değerli olduğunu hissettiremeyen, var olan donanımını kuruma yansıtmasına engel olan bir yönetici başarılı olamaz ki. Ben başarının nereden geçtiğini biliyorum. Benim ne koltuğa ne de koltuğun getirdiği itibara ihtiyacım var. Yapı olarak da, yaşadığım şeyler itibariyle de yok. Ama benim o koltuk sayesinde vereceklerim var. O heyecanla yükün altına girmeyi göze aldım. Bugün de, geceleri inanın 12'de 1'de ayrılıyoruz üniversiteden. Hiç mesaimiz yok sizin gibiyiz aynı biz de. 11'de çıktığımızda ''Oh bugün bir saat erken gidiyoruz eve'' diyoruz. Tabii bu hep böyle gitmeyecek hem OHAL'in getirdiği yük hem yeni başlamamızdan dolayı böyle.

FETÖ OPERASYONLARINDA ÇOK HASSASIZ

SOMUNCU: Evet, OHAL'i de konuşacağız hocam. Üniversitede çok fazla görevinden ayrılanlar var. Cumhurbaşkanı'nın da işaret ettiği gibi bazen karışıklıklar olabiliyor. Acaba OMÜ'de de böyle karışıklıklar olmuş olabilir mi? Bunu engellemek için neler yapıyorsunuz?

PROF. DR. BİLGİÇ: Bu inanın çok veballi ve hassas bir iş. Onun için gece 1'e 2'ye kadar çalışıyoruz. Devletin tehlike olarak gördüğü, devlete karşı paralel bir yapı olarak oluşan unsurları temizlememiz gerekiyor. Diğer yanda da aman masum bir kişi araya karışmasın diye çabalıyoruz. Benden önce bir komisyon kurulmuştu, o komisyonun bir kısmını değiştirdik yeni isimler takviye ettik. Komisyondakilere tembihim şu oldu: ''Ben sizin yazdığınız raporları göndermekle mükellefim. Benim yeniden bir araştırma inceleme yapmam zaten mümkün değil. Bu hususa dikkat edin. Birisi karışmasın da, atlanmasın da. Var olduğunu bildiğiniz, inandığınız ve vicdanınızla ikna olduğunuz birisi şu bu sebeple atlanmasın, görmemezlikten gelinmesin. Fakat mağdur ve masum olduğu yönündeki karinelerin yüksek olduğu birisini de karıştırmayın. Bunu ayırabilecek hassasiyeti gösterelim.'' Onlar da gerçekten büyük bir fedakarlıkla bu açıdan çalışıyorlar. Bize gelen bilgiler ve arkadaşların çalışmaları sonunda sağlam gidildiğine inanıyorum. Buna rağmen, araya kazayla yanlış bilgiyle yanlış bir sonuca sebep olunmuş mudur, olmadığı yönünde kuvvetli ihtimalle söyleyebilirim. İnşallah yoktur. Çünkü olmasını isteyenler de var aynı zamanda. Yani masum insanların işin içine karıştırılarak hem sulandırılması, hem de mağdur edebiyatı yürütülecek bir kampanya sebebi oluşturulması isteyenlerin de olduğunu düşünüyorum. Onun için birkaç haklı örnek zaman zaman yaşansa da, bunun yaygın bir şey olduğunu düşünmüyorum. Vicdanı ve Allah korkusu olanların sırf keyfi için birilerini bu işin içine çekip suçlu haline düşürmeleri onun insanlıktan uzak kaldığının işareti. Biz öyle yapmamaya çalışıyoruz. Özen gösteriyoruz.

SOMUNCU: Peki hocam, bundan sonraki dönemde insan faktörünü önceleyerek üniversitedeki zihniyet değişimini hayata geçirmemiz gerekiyor dediniz, böyle de yol aldınız. Kısa, orta ve uzun vadeli olarak geleceği nasıl planlıyorsunuz?

PROF. DR. BİLGİÇ: İlk etapta gerçekten ihtiyacımız olan insan faktörünü öne çıkarıp onların sorunlarını giderip, kendilerini güvenli ve huzurlu bir ortamda çalışır bulmalarını sağlamayı hedefledim. İlk 3 aylık çalışmalarımız tamamen bu istikamette sürdü. Diğer konularda da tabii ki yapılanmaları ve adımları da atıyoruz. Ama bu çok önemliydi. Buna inanmamış insanların bulunduğu yerde bir iş yapamazdık.

SOMUNCU: Bu büyük bir alanı kapsayan bir şey miydi? Yoksa sadece bir kısım çalışan mı böyle hissediyordu?

PROF. DR. BİLGİÇ: Bütün çalışanlarda böyle bir şey vardı. Akademisyeninde de idarecisinde de. Kendileriyle ilgili kullanılan inisiyatiflerin hep bir adaletsizlik ve kayırmacılık sebebine dayandığını düşünüyorlardı. Bunun haklı birçok sebebi vardı. Kendilerine dokunduğu veya zarar gördüklerini düşünenler de zaman zaman olabilir ama bu kanaat boş bir kanaat değildi. Çünkü öyle olmasaydı bugün yaptıklarımızın bir karşılığı olmazdı. Zaten dün öyle bir şey yokken bugün yaptıklarımızın anlamı da olmazdı. Daha 3 aylık süreç içerisinde, mesela ilk defa üniversitede aslında bizden randevu talep eden arkadaşları tek tek karşılayamayacağım için haftanın bir günü Salı günleri saat 16:00-18:00 arası ''Açık Kapı'' diye bir şey yaptık. Bu saatler arasında sorunu olan, çay içip sohbet etmek veya tebrik etmek isteyen gelsin kapı açık dedik. Öyle bir karşılık oldu ki. Ben bu tebrik sürecinin de talepleri karşılamak için bir yol olarak düşünürken, şimdi bu gelenekselleşip sürmeli dedim. Öğrencisi de, hocası da, çalışanı da bilmeli ki bir yerde çok sıkıştığında derdimi anlatamıyorum, çözemiyorum, haklıyım ama dinleyecek kimse yok noktasına geldiyse kapı açık. O gün gelsin anlatsın diye bunu yaptık. Mesela rektörlerimizin çoğu belki de fakültelerimize rektörlükleri boyunca bir iki kere gitmişlerdir veya gitmemişlerdir. Bu büyük bir şeydi. Bu ''Oraya oturunca bizi unutuyorlar'' oluyordu. Ben, 3 aylık süre içinde bütün fakültelerimizin her yarıyılda toplandıkları akademik kurullarına katıldım. Bütün akademisyenlerle konuştuk, sohbet ettik. Bunlar da somut attığımız adımlar yanında o güveni pekiştirdi. Ben bunları ilk adım olarak değerlendiriyorum. Bunu sağlamamız lazımdı ki, üzerine asıl yapmamız gerekenleri bina edelim.

ÜNİVERSİTE VE SANAYİYİ BULUŞTURACAK ALTYAPI MÜJDESİ

SOMUNCU: Üniversite ve sanayi işbirliği sağlamak noktasında ne gibi hedefleriniz var?

PROF. DR. BİLGİÇ: Üniversiteler tarihleri itibariyle değişim ve gelişim geçiriyor. Bütün insan eliyle olan yapılar gibi. Üniversiteler de eğitimle başladı, bilgi üretmeyle devam etti artık yüzyılımızda üniversiteler bu iki özelliğini ürettiklerinin yarara dönüşmesinden de sorumlu kılınmaya başladı. Yetiştirdim saldım, merak ettim çalışma yaptım yayınladım, deyip bir köşeye çekilemezsiniz. Onun için şartlar zorladı, çalışmalar yapabilmek için ekonomik zorluklar içerisine de girilmeye başlandı. Üniversitedeki yetişmiş beyinle piyasanın ihtiyacı olan adımların atılabilmesini sağlayacak buluşmalar gerçekleştirmemiz lazımdı. Bu nedenle üniversiteler artık yarar amaçlı çalışmalar yapmak ve adımlar atmak durumunda. Bunun için mekanizmalar geliştiriliyor. Teknoparklar bir açıdan buna hizmet ediyor, diğer yandan teknoloji transfer ofisleri kuruluyor. Devletimiz de bu konuda süreci iyi takip ediyor, yanında kanuni düzenlemeleri gerçekleştiriyor. Bazı üniversitelerimiz buna çok çabuk intibak ederken, kimimiz gecikiyoruz. Bu konuda yetkin gördüğüm arkadaşlarımı görevlendirerek adımlar attık. Bu konuda ileri olan bir üniversiteyle mentörlük anlaşması yaptık. Ziyaretler gerçekleştirdik. Şimdi teknoloji transfer ofisimizi aktif hale getirmek için çalışıyoruz. Şimdi orası ara yüz. Burada profesyonel uzmanlar olacak, üniversitede kimin ne çalıştığını, neye yararlı olabileceğini bilecek piyasadan da sanayicimizin ve iş adamlarının ne beklediğini bilecek ve onları bunları buluşturacak.

SOMUNCU: Bu tam istediğimiz şey aslında. Şehir yıllardır bunu tartışıyor...

PROF. DR. BİLGİÇ: Tabii ki. Bunu yapacağız göreceksiniz, çok uzun sürmeyecek. Bunu gerçekleştirince bir değeri, artı değere dönüştüreceğiz. Sanayicimiz çoğu zaman nereden bulacağını ve kime soracağını bilmiyor. Akademisyenimiz de ders yükü ve çalışma temposuyla kim ne bekliyor bilemiyor. Atak olan bazı arkadaşlarımız var ama birçoğu o yükün altında bunu yapamıyor. Şimdi bu yapı aracılığıyla profesyonel bir ekip bu buluşmayı sağlayacak. Dolayısıyla artık biz yarar amaçlı çalışmaların daha çok yapıldığı, kaynağın bir kısmının da sanayicilerimizden sağlandığı, devletin de bu konularda ayrıca teşvikleri söz konusu, uluslararası teşvikler de var. Bunları da devreye sokarak, un var şeker var yağ var helva yapalım diyoruz. Huzuru, çalışma barışını sağlayacağız bu başladı. Orta vadede de bu yapılanmaları sağlamaya çalışıyoruz.

SOMUNCU: Şehir ve üniversitenin özellikle sanayicilerin buluşması da bu altyapıyla sağlanmış olacak...

PROF. DR. BİLGİÇ: Üniversitenin 20 tane fakültesi, her birinin içinde 8-10 ayrı bölüm var, her bölüm içerisinde ayrı anabilim dalı var, onların da içerisinde çok farklı sayıda çalışma alanları var. Bütün alanlarda bizim kendi bütçe imkanlarımızla herkesin en üst düzeyde başarı göstererek büyük çalışmalar gerçekleştirmelerini beklemiyoruz. Böyle bir şey de mümkün değil. O nedenle biz, bölge odaklı kümeleşmeler oluşturacağız. Mesela cerrahi aletlerle ilgili epey mesafe kat edildiğini duyuyoruz. Bunu destekleyen yan yapılanmaların da işin içerisine çekilerek bu kümeleşmelerin oluşmasında üniversite olarak yer almak istiyoruz. Bunun için de kendimize öncelikli alanlar belirlememiz gerekiyor. Bunu rektör olarak ben belirlemeyeceğim. Bu konuda fikri olan bütün arkadaşlarımızla beyin fırtınası yaparak hangi alana odaklayalım bütçemizin anlamlı bir kısmını hem Samsun bölgesinde sanayicilerimizin ihtiyaçlarını karşılayacak hem de öyle alanlarda öne çıkmalıyız ki, başka insanların ''Şu konuda OMÜ önde, oraya gidilmeli, oraya sorulmalı'' demeli. Mesela, uzay ve havacılık alanında öne çıkma ihtimalimiz çok yüksek. İnsansız hava araçlarıyla ilgili çalışmalar oldu, iki kişilik uçak çalışmamız da var. Biz burayı özellikle desteklemeyi düşünüyoruz. Göreve geldikten sonra orayı da gidip gördüm. Çok iyi imkanlara sahip, 80 bin metre kare kapalı alanımız var orada. Bunun sadece henüz 10 bin metre karesini kullanıyoruz. Koca uçaklar için hangar görevi görebilecek yerlerimiz ve heyecanlı arkadaşlarımız var. Burayı biraz daha destekleyeceğiz. Bu konuda yetkin arkadaşlarımızı da getireceğiz. Üniversitenin bu heyecanı yakalamış olmasının avantajı olacak. Bazen bir yere gitmek istiyorsunuz, ''Oraya gidilmez huzursuz, orada şu var bu var'' diyorsunuz. İnsanlar dışarıda çok para kazanacakken idealleri uğruna bir yerde çalışmayı göze aldıklarında orada huzuru kesinlikle arıyorlar. Oranın yöneticilerinin olaya nasıl baktığını, üniversiteyi nereye taşıdığını bilmek ve görmek istiyorlar. O nedenle biz hem geleceğe dönük hedeflerimizi iyi koyup hem de çalışanlarımızın çalışma isteklerinin çok yükseldiği bir ortam oluşturalım istiyoruz. Bunlar ayrı ayrı olacak şeyler değil birlikte gidecek. Başlangıçta insanımızı hareketlendirmemiz gerekiyordu, onu başarıyoruz şu anda. Bu epey bir heyecan yarattı, heyecan harekete dönüşecek ve bu harekette berekete dönecek inşallah.

ÖĞRENCİLER AKIL VE İRADESİNİ BAŞKALARINA TESLİM ETMEMELİ

SOMUNCU: Peki yeni rektör OMÜ öğrencilerine ne tavsiye ediyor, nasıl bakmalarını istiyor?

PROF. DR. BİLGİÇ: Biz de o süreçleri yaşadık ve hala da öğrencilik devam ediyor. Hayat, ölünceye kadar öğrencilik süreci gibi bir şey. Öncelikle herkes asli görevini iyi yapacak. Ben de, siz de, esnaf da, sanayicisi de görevini iyi yapacak. İnsan olarak zaten hepimiz iyiden yana tavır koymamız gerekli, bu ayrı. Öğrenci de öğrencilikle ilgili görevini iyi yapacak. Niye? Bu ülkeye hizmet etmeyi amaçlıyorsa, bu ülkeyi ve insanları seviyorsa bir defa yetiştiği dönemi iyi değerlendirmesi, iyi donanması bilgi ve becerisini en üst düzeye çıkarması lazım. Kültürel üniversite havası içerisinde de hem ülke gerçekleri ve değerlerini özümseyecek hem de evrensel değerlerin de farkında olacak. Yani hem milli olacak hem evrensel değerlere de sahip olacak. Mezun olduğunda da kendisini ülkeye hizmet edebilecek güçte hissedecek. Bunu yapmak da ancak çalışmakla oluyor. Her şey çalışmakla... Çalışmadan başarılı olmak mümkün değil. Cenab-ı Allah hepimize akıl vermiş ama çalışmayan için o aklın bir değeri yok. Zeka, çalışmayınca bir değer ifade etmiyor. Çok çalışarak seviyenizi yükseltebiliyorsunuz; ama çok zeki olup hiç çalışmazsanız bir şey olmuyorsunuz. Bu nedenle öğrencilerin ilk görevi çalışmak ve görevini iyi yapmak. Bizim onlarla ilgili görevimiz onların huzur içerisinde, iyi imkanlarla donatılmış bir üniversitede eğitim almalarını sağlamak. Onlara bugün bir toplantıda da söyledim. ''Kapı açık istediğiniz zaman gelin'' dedim. Sorununuz olduğunda, canınız sıkıldığında çay içmeye de gelin dedim. Biz sizin ağabeyiniziz, babanızız, kardeşiniziz nasıl düşünürseniz öyleyiz, dedim. Türkiye'de imkanlar fena değil, gerçekten iyi. Bunu yurtdışında daha net gördüm. Bazen başkalarının sahip olduğu gerçekleri iyi bilmediğiniz zaman, sizin eksikliğiniz başarısızlığınız sanki sahip olduğunuz imkanlarla ilgili diye kendi kendinizi geri tutuyorsunuz. Halbuki imkanlarımızda başarısız olmanın bahanesi olacak bir şey yok. Öğrencilerimiz bunu bilsinler. Dışarıda okuyanlar zannetmesinler ki harika koşullara sahip okullarda okuyorlar. Bizim elimizdeki imkanların çalışmak için yeterli olduğunu anlamak için, oradaki imkanlar beni çok ümitlendirmişti. Bu insanı pozitif etkiliyor. ''Bizde aslında her şey var, bende eksiklik var o zaman ben hareket etmeliyim'' diyorsunuz. Öğrencilerimize bir tavsiyem de şu: Ne olur, evet fikir sahibi olacaklar elbette. Ülke meseleleriyle ilgilenecekler mutlaka, ilgilensinler de. Ama kendilerini birilerinin avucuna bırakmasınlar. Bu kim olursa olsun. Hep söylüyorum, Cenab-ı Allah bize akıl verdiği için insan sıfatında ayırmış. Diğer canlılarla aramızdaki en önemli fark akıl ve bununla ortaya çıkan irade. Ben irademi sizin avcunuza bıraktığımda, ne kalıyor ki geriye? İşte buna sahip çıktıkları takdirde, bugün gençlikle düşecekleri bir yanlışın sonunda ulaşacakları bir doğrunun sebebi olacağını görecekler. Ama bunu yapmazlarsa, doğruluğuna mutlak şekilde inanıp, güvenip iradelerini avcuna teslim ettikleri o kişinin gün gelip 15 Temmuz gibi bir hadise içerisinde, belki de kendilerinin çok temiz yürekli bir şekilde yer aldıklarını zannettikleri bir sürecin sonunda vatan haini damgası yiyebilecekleri bir sonucun müsebbibi haline gelebilirler. Bunu herkes için düşünmemiz lazım. Bunu kaybetmeyen gençliğimizin Türkiye için büyük bir kazanım olacağına inanıyorum. Bir de hep söylüyorum onlara, ''Birbirinizi hoş görün.'' Biz 12 Eylül öncesinin jandarmayla derslerin yapıldığı dönemi yaşadık. Suni olarak aramıza örülmüş duvarların bir tarafında oturanın diğer tarafına düşman olarak baktığı dönemleri gördük. O psikolojik ortamı oluşturanlar da bu ülkenin düşmanlarıydı. O gün o şekilde yaptılar, bugün bu şekilde ve yarın tamamen başka bir halde yapabilirler. Ama bunun önüne geçebilecek tek mani, akıl sahiplerinin birinin avucuna iradelerini bırakmamaları. Ülkelerini, bayraklarını, devletlerini sevsinler. Bundan başka çare yok. Vatansız hiçbir toplum varlığını ileriye taşıyamaz. Bunun kıymetini bilmeyen insanlar ah vah ettiğinde sonradan çare yok. Ortadoğu'da neler olduğunu görüyoruz. Ahıska Türkleri yıllardır yurt edinemediler.

SOMUNCU: Yaptığınız önemli değerlendirmelerle ilgili çok teşekkür ediyorum hocam. İlerleyen dönemlerde yine bu konuları masaya yatırıp konuşmayı arzu ediyoruz. Yeni döneminiz hayırlı uğurlu olsun. Başarılar diliyorum.

BİLGİÇ: Elbette yeniden bir araya geliriz inşallah. Ben de çok teşekkür ediyorum.

Zerrin SOMUNCU