1990'ların başıydı... Samsun'da, gerçek meslek sahiplerinin üye olduğu Orta Karadeniz Gazeteciler Cemiyeti'ni kuruyorduk. Tüzükte, "Derneğin amacı" maddesine "Mesleğin itibarını yükseltmek" ifadesini de eklemiştik...

Çünkü o yıllarda gerçek gazeteler 'Yandan çarklı'lar yüzünden bir hayli sıkıntı yaşıyordu…

O yıllarda, gazeteci olmayanlar araçlarına üzerinde bilmem ne cemiyeti ya da gazetesinden parayla satın aldıkları "Basın plakaları"nı takıyordu...

"Sarı basın kartı" diye sarı renkli tanıtım kartları da yine ücreti mukabilinde satılıyordu. Kimi zavallılar, bu kartlarla maçlara bile girmeye çalışıyor, giriş kapılarında hüsrana uğruyordu...

Atatürk'ün kurduğu milli ajans 'Anadolu Ajansı'nın ismi ve itibarından yararlanmak isteyen bir takım sahtekarlar, 'Anadolu Haber Ajansı' adıyla basın kimlik kartını satarak para topluyordu. Dönemin Emniyet Müdürü rahmetli Kamil Acun, şikayetim üzerine bu sahtekarları 'Siyasi şube'de gözaltına aldırmıştı.

Künyesinde "Yıl: 10-Sayı 2" ibaresi bulunan dergiler ve gazeteler, seçim zamanlarında ortaya çıkarak, "parsa" topluyordu...

Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre en çok yayın organı çıkarılan yerlerin başında da Samsun vardı. Kaç yılda bir çıkan gazete ve dergiler yüzünden. Gerçekte ise bu sayı bu kadar değildi…

Dünyanın en küçük genel yayın yönetmeni de Samsun'dan çıkmıştı. 4 yaşındaki çocuk, bir gazetenin genel yayın yönetmeniydi…

Siyasete soyunacak bürokrat, işadamı ya da STK başkanlarına

bazı yayın organları tarafından "Yılın adamı" plaketleri elbette parası karşılığında verilirken, Ankara ve İstanbul'dan gelen "Yalınayak takımı" da bir sayılık dergilerine "Kapak" yaptıkları insanları büyük miktarlarda söğüşlüyordu...

Bu arada, gazeteci gibi davranan bazıları reklam vermeyenlerin gizlice fotoğrafını çektikleri işadamlarının vergi levhalarını yayınlayıp, "Çok kazanıyor ama az vergi ödüyor" manşetleriyle şantaj yapıyordu. Hatta bir gazete, reklam istediği muhatabından cevap alınamadığı için şöyle bir manşet atılmıştı:

"Gel diyorum, gelmiyorsun, Ver diyorum vermiyorsun"

Meslek adına hala utandığım ve burada yazamadığım bir yığın rezil işler!..

Bunlar yaşandığı için kurulan cemiyetin "Derneği amacı" bölümüne "İtibarı yükseltmek" ifadesini eklemiştik...

Ne yalan söyleyeyim tüm bu olumsuzluklara rağmen o yıllarda "Gazetecilik" itibarlı meslekler sıralamasında en altlarda da olsa vardı...

Samsun'da, rahmetli Vali Şinasi Kuş'un girişimleriyle 1994 yılında 3 gazeteciler cemiyetinin birleşmesinden sonra

sapla-samanı ayırmıştık!..

Ancak, ANAP iktidarlarıyla başlayıp bugünlere uzanan

'Yozlaşma erozyonu' en çok da gazeteciliği sarstı...

Medyayı her kapıyı açan bir "Maymuncuk" olarak gören yeni anlayışın meslek dışından gelen patronları, iktidarların gücünden yararlanmak için gazeteciden çok, "İş takipçileri"ne ihtiyaç duydu...

Güç odaklarıyla ilişkileri geliştirmek, rakipleri dağıtmak ve kazançlarını artırmak için yalan, iftira ve şantaj manşetleri gerekliydi...

Tiraj ve reklam kaybı önemli değildi. Çünkü, bu kaybı patron başka mecralardan karşılıyordu…

Gazeteci ne yapacaktı?..

Kimi ya mesleği bıraktı ya da işten atıldı. Onların boşalttığı masalara da bilgisiz ve görgüsüz yalakalar oturtuldu. Bu süreçte, bisiklet alacak parası olmayanlar, 2-3 yıl içinde lüks otomobillere kuruldu. Gazetecilik mesleğinden alınan ücretlerle böyle bir zenginliğe kavuşmak mümkün müydü?..

Uzatmayıp, meseleye geleyim...

İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Lütfi Sunar'ın yürüttüğü "Türkiye'de Çalışma Yaşamı ve Mesleklerin İtibarı" başlıklı araştırmaya göre, belirlenen en itibarlı 20 meslek arasında, maalesef "Gazetecilik" yok!..

Mesleğin getirildiği nokta budur!..

Onlara kızmıyor, aksine acıyorum...

Çünkü, "Gazetecilik" kimliğiyle tüyü bitmemiş yetim hakkına çöreklenip zenginleşen bu zavallılar; çoluk çocuğuna ve hatta torunlarına ne anlatacak?..

"Ne götürmüştük mü" diyecekler?..

Ya basın tarihine not düşenler, onlardan nasıl bahsedecek?..

Peki, onlara bu fırsatı verenler masum mu?..

"Bir gören, bir bilen" yok mu sanki?..