Gayrimeşru
işlerle
uğraşanlar,
yaptıklarından
devletin
haberi yok sanıyor!..
Bu yüzden çekirge gibi
bir iki zıplıyor ya!..
Oysa devlet
her şeyin farkında
ve sabırla
suç delillerini topluyor...
Yani, bakmayın siz
birtakım adamların
afra tafrasına...
Zamanı gelince
hep birlikte
göreceğiz
onların akıbetini...
Bugünkü,
"Garibanın ahı,
yıkar adamı"
öykümü,
fakir fukara ve garip gurebanın
üzerine çöküp,
haklarını gasp edenlere
karşı mücadele verenlere ithaf ediyorum...

* * *
Çevresinde
lakabı "Tilki Hüsnü" idi.
Sokaklarda büyümüştü. Ağzı iyi
laf yapardı. Babası
bu yüzden onun "pazarlamacı" olmasını
çok istemişti. Ne var ki,
o hiç çalışmayı
sevmedi. Askerliğini
bitirdikten sonra da
sevdiği kızın
babası "iş şartı"
koymasaydı,
yine çalışmayacaktı. Paravan
bir şirket kurdu. Şirket sayısını
bir yılda 3-5 katladı.

Tilki Hüsnü,
eski arkadaşı
"Tefe-Tüfe Nuri"
ile para satıyordu.
Bu şirketlerin
çeklerini
kullanıyorlardı.

"Tefe-Tüfe Nuri"
darda kalan
esnafa ve
işadamlarına
yüksek oranlarda
faize para veren
biriydi. Tilki Hüsnü,
onun bir anlamda
sağ koluydu. Para kazanıyordu, zengin sayılırdı artık. Şehirde de tanınmaya başlamıştı. Kimse ne yaptığını bilmiyordu ama
şirketleri vardı ve
maddi sıkıntısı da yoktu. Tefe-Tüfe Nuri
gölge adamdı... O geri plandaydı. Çünkü, kendisi toplumda
sevilmeyen biriydi. Zaman geçtikçe Tilki Hüsnü'nün
sosyal çevresi büyüdü. Derneklere girdi. Hayır işleri yaptı.

Tilki Hüsnü, kısa sürede
şehrin ileri gelenleriyle de
arkadaşlık kurdu. Onlara
yemek verdi, hediyeler götürdü.
Tilki Hüsnü,
önemli bir işadamıydı ama
kimse ne yaptığını
hiç bilmedi.

Tilki Hüsnü, o akşam
her zaman olduğu gibi
günün gelişmelerini
aktarmak üzere
Tefe-Tüfe Nuri'nin
yazıhanesine gitti. Nuri, Hüsnü'nün
gidişatından memnundu. "Aferin oğlum"
dedi. "Artık sıra o bürokratları
çerçevenin içine almaya geldi."
Tilki Hüsnü, planını yapmıştı. İftar yemeği verecek,
siyasileri, bürokratları ve işadamlarını
çağıracaktı.

Şehrin en lüks otelinde
yapılacak iftar yemeği için
hazırlıklar başladı. Tilki Hüsnü,
siyasileri, bürokratları ve
işadamlarını bizzat
kendi arıyordu. Davetli listesi hayli kabarıktı.

O sırada Tilki Hüsnü'nün
sabit telefonu çaldı. Arayan
Tefe-Tüfe Nuri idi. Onu yanına çağırdı. Telefonunun dinlendiğinden
şüpheleniyordu. Tilki Hüsnü çıkageldi. Nuri,
"Bak oğlum. Vali, Büyüşehir Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürü'ne
kendin git ve bizzat çağır" dedi. Usul böyleydi ama
Tefe-Tüfe Nuri'nin niyeti başkaydı. Çünkü, onlardan gelecek cevapla
nabız ölçecekti.

Tilki Hüsnü,
önce Emniyet Müdürü Kamil Beyden
randevu aldı. "Baba Kamil"
polislikten emniyet müdürlüğüne yükselen,
mütevazı kişiliğiyle halkın sevdiği
bir insandı ve kapısı herkese açıktı.

Hüsnü, bir çikolata yaptırırıp,
Baba Kamil'in
makamına çıktı. Baba Kamil, ona "Bir şey içer misin?"
diye sordu. "Sağolun efendim niyetliyim" dedi.
Bir süre sohbet ettiler. Tilki Hüsnü,
"İftar yemeğimiz olacak, sizi mutlaka aramızda görmek istiyoruz"
dedi.

Baba Kamil, Hüsnü'nün gözlerinin içine baktı. "Bak yavrum,
seni kırmak istemem. Ama gelemem" dedi. Hüsnü ısrar etti. Çünkü,
verilecek iftar yemeği fotoğraf karesinde
emniyet müdürü olmazsa,
topluma vermek istedikleri mesaj yerine ulaşmazdı. Tilki Hüsnü, "Niye efendim?" diye
bir kere daha sordu. O zamana kadar nezaketini koruyan
Baba Kamil, birden değişti. "Oğlum gelemeyeceğim dedim ya"
diyerek sesini yüksletti. Tilki Hüsnü, yine anlamamazlığa verdi. "Nasıl efendim?" dedi.
Baba Kamil, makamından kalktı, Hüsnü'nün oturduğu koltuğun yanına
geçti. "Lütfen ama" diyerek,
onu uğurladı.
Baba Kamil, onun ne yaptığını biliyordu. İhbar mektupları vardı. Ama mağdurlar korkudan
şikayetçi olamamıştı. Baba Kamil, bu gasp çetesini çökertmeye kararlıydı.

Tilki Hüsnü, makamdan nasıl çıktığını
anlamamıştı. Soluğu,
Tefe-Tüfe Nuri'nin yazıhanesinde aldı. Olayı anlattı. Hüsnü, "Ne yapalım, iftar yemeğini iptal mi etsek" dedi. Nuri, sevinçliydi. Bu durumu gören Hüsnü, "Abi, niye seviniyorsun" diye sordu. Nuri, bu olayın kendileri için bir tedbir alma mesajı olduğunu söyledi. İftar yemeği
iptal edilmedi.

O gün gelip çatmıştı. Tilki Hüsnü, konukları
kapıda karşılarken,
yanında Tefe-Tüfe Nuri de vardı. Hüsnü, onu
yakın akrabam diye tanıtıyordu. Ezan saatine
birkaç dakika kalmıştı. Devlet protokülünden
bekledikleri insanlar gelmemişti. Şaşkındılar. "Herhalde
Bakan Beyin iftar yemeği
var" diye düşündüler.

İftar yemeği kalabalıktı.
Çoğu da onlara
borçlu insandı. Bu insanları
çağırma nedeni ise
"Devlet bizim yanımızda"
mesajı vermek içindi. Ama istedikleri gibi olmadı.
Otelden çıkarken,
kendilerini gözaltına almaya
gelen polis ekiplerini görünce,
devlet protokolünün
neden gelmediğini anlamışlardı.

Sahura yakındı. Emniyet Müdürlüğü'nde
sorguları henüz tamamlanmamıştı. Baba Kamil,
Hüsnü ile Nuri'yi
şube müdürünün makamına getirtti.
Tilki Hüsnü'ye "O gün davet için geldiğinde
her şeyi bildiğimiz halde sana nezaketsizlik yapmadım ve o gün
(Devletin haberi olmadan
yaprak kımıldamaz)
demiştim, hatırlardın mı" dedi. Tilki Hüsnü,
"evet" diyerek başıyla
Baba Kamil'i onayladı. Tefe-Tüfe Nuri de
"Haklı çıktım" dercesine Hüsnü'ye baktı.

Baba Kamil, iri yarı adamdı. İkisini de omuzlarından tuttuğu gibi kaldırdı.
"Devlet sabırlıdır. Çekirge misali bir iki
zıplamanıza göz yumar gibi olur. Bunu niye yapar bilir misiniz? Kendinizi rahat hissedip,
suç işlemeye devam ederken dosyanız delillerle dolar" dedi. Şube Müdürü Fikri Beye döndü,
onların nezarete gönderilmesini istedi.

Bekçi Rıza, ikisini de kolundan tuttuğu gibi
ayrı ayrı nezarete koydu ve o sırada
gür sesiyle şubeyi inletti:
"Garibanın ahı, yıkar adamı ulannnnnnnnnnn"
Mağdurlardan biri de
Bekçi Rıza'nın,
borcunu ödemek için
evini haraç mezat satmak
zorunda kalan bakkal damadıydı...
* * *

Bugününüz dünden daha
iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...