15 Temmuz; aslında "öldürücü" hamleydi...

Çünkü, o "hain gece"nin öncesinde yıllar içinde yapılan yoklamalar vardı...

Bunu anlamak için 15 Temmuz'a giden yolun taşlarının nasıl bir sinsi sabırla döşendiğini hatırlamak gerekir...

"İtibarsızlaştırma" önce TSK'dan başlatıldı. Org. Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanlığı'na atanacağı sırada, dedesinin "yahudi" olduğu iddiaları gündeme getirildi. Oysa, dedesi Osmanlı ordusunda subaydı ve Birinci Dünya Savaşı'nda İsrail'de şehit düşmüş, toprağa orada verilmişti...

Bitmedi elbette...

Ardından Şemdinli Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın hain planı ortaya çıktı. Büyükanıt'ı suçlu sandalyesine oturtmak isterken, istihbaratçı askerleri deşifre etmişti...

Sarıkaya, şimdi itirafçı oldu ve o gün hazırladığı iddianamede, FETÖ'nün parmağı olduğunu itiraf etti...

Ardından göreve gelen Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un İsrail ziyareti sırasında "Ağlama Duvarı" önünde çekilen fotoğrafları gündeme getirilerek, onun İsrail yanlısı bir asker olduğu imajı verilmek istendi...

Bir yandan TSK'ya yönelik algı operasyonları devam ederken, bir başka hedefte ise Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun vardı...

Askerlerle karşı karşıya getirilen Sabri Uzun, yalan ve düzmece haberlerle saf dışı bırakıldı...

15 Temmuz'a uzanan yolun açılması için temizlik başlamıştı...

Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davalarda, terörle mücadelede kahramanlıkları ile bilinen ve sevilen askerlerin, devletine sadık polislerin, yurtsever siyasetçilerin, kendi alanlarında dünyaca ünlü bilim adamlarının, emperyalizmin satın alamadığı gazetecilerin; iftira ve düzmece belgelerle hapse atılması, bir anlamda FETÖ için "gemi, azıya almak" idi...

Şimdi kaçak olan savcıların astığı astık, kestiği kestikti...

Toplum, korku içindeydi...

Kumpas davalarla, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile emekli kuvvet komutanları ve 300'e yakın rütbeli askeri tutuklatıp hapse attırmak; TSK içinde adeta bir "Temizlik" operasyonuydu. Bu yöntemle, YAŞ toplantısı öncesinde, 188 kurmay subay ve generalin terfilerinin önü kesildi. Orgeneral Bilgin Balanlı, tutuklanmasaydı, 2011-2013 yılları arasında Hava Kuvvetleri Komutanı olacaktı...

Darbe girişiminin ana karargahının Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın Akıncılar Üssü olmasını bir "tesadüf" kabul etmek mümkün mü?..

Balanlı'ya kurulan kumpas bile, tek başına çok şeyi anlatmaya yetiyor...

Emperyal devletlerin stratejik planları, dünden bugüne değil, asırlıktır...

Mesela, kumpas davalar süreci içinde; neden Donanma Komutanlığı en büyük hedef seçilmişti?..

Bu şifreyi çözebilmek için küçük bir hafıza turuna çıkalım mı?..

17 Ağustos 1999 depreminde birtakım meczup, bu büyük felaketin Gölcük'teki Donanma Komutanlığı yüzünden meydana geldiğini iddia etmemiş miydi?..

Akıllarını emanete vermiş bu cahil-cühela takımının tarih boyunca kimlere uşaklık ettiğini bilenler için bu iddialara gülmüştük...

Ancak, kumpas davalara kadar uzanan intikam duygusunu görünce; meselenin gerçek yüzü ortaya çıkmıştı...

Donanma Komutanlığı'na karşı yürütülen saldırıların arkasında yatan gerçek, Türkiye'nin bir zamanlar 600 milyon dolara satın aldığı savaş gemilerini artık kendi tersanelerinde yerli imkanlarla daha ucuz yapar hale gelmesiydi...

Yani, Donanma Komutanlığı'na yapılan saldırı, işbirlikçileri besleyen "ağababaları' nın büyük kazançlarının önünün kesilmesiydi...

Bunu, "28 Şubat'ın rövanşı" gibi algılayanlar da yanıltılmıştı...

Gezi Parkı olaylarının bir provokasyon olduğunu, ilerleyen dönemlerde anlamıştık... Hani, insan yaralandığında sıcağı sıcağına acıyı hissetmez ya!..

Hangi akıl, Gezi Parkı'nda eylem yapan gençlerin çadırlarını göz göre göre, sabaha karşı yakabilirdi?..

Polis neredeydi?..

Bu sorunun cevabı, o çadırların yakılması görevindeydi...

Devam edelim mi?..

PKK'nın şehir örgütlenmesi KCK soruşturmalarını yapan cumhuriyet savcısı Sadrettin Sarıkaya; FETÖ'nün HSYK'daki "has" adamlarındandı...

Amacı; ABD'nin desteğini inkar edemediği PKK içindeki MİT elemanlarını deşifre edip, devleti istihbarat zafiyetine uğratmaktı. Nitekim, terör olayları o dönemde bir hayli artmış, örgüte sızmayı başaran onlarca MİT elemanı da yine bu dönemde PKK tarafından katledilmişti...

Hainliğin daniskası...

Sarıkaya'nın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı, her istihbarat servisinin uyguladığı bir yöntemden ötürü gözaltına almaya kalkışması da aslında bir darbe girişimiydi...

Zamanlama iyiydi. Hastaneye gireceği saat belli olan Erdoğan'ın son anda bir tanıdığını ziyarete gitmesiyle MİT Müsteşarı Fidan kurtulmuştu...

Oslo görüşmelerini kim sızdırmıştı?..

Sanki o güne kadar devlet ile terör örgütü arasında birtakım görüşmeler yapılmamıştı...

Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde dolaylı görüşmeler sonucunda terör örgütü "Ateşkes" ilan etmişti ama kumpas davalarda gizli tanık olarak karşımıza çıkan Şemdin Sakık, silahsız 33 erimizin şehit edilmesi emrini vermişti...

Sakık'ın, eski Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un karşısına gizli tanık olarak çıkarılmasının anlamı neydi?..

Hain saldırılar ve planlar savuşturuldukça, yenileri geliyordu...

O üst akıl; bu defa emniyet ve adliye içindeki işbirlikçilerini devreye sokarak, yeni bir planın hazırlıklarını yaptı...

Kumpas davaların işbirlikçi savcıları ve polisleri görev başındaydı...

Yani, 17-25 Aralık'ta hedef direkt olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dı...

Onu ve ailesini dinlemişlerdi. İddianameler de hazırdı ve Erdoğan kesin tutuklanacaktı. Öyle ki, fezlekelerde Erdoğan için "Dönemin başbakanı" ibaresi vardı...

Bu da bir darbe girişimiydi...

Süreç içinde su uyumuş ama düşman uyumamıştı...

Bu kez MİT TIR'ları olayıyla yeni bir hamle yapıldı. Bu plan, Erdoğan'ı uluslararası arenada "savaş suçlusu" ilan ettirip, Lahey'de yargılanmasını sağlamak ve haliyle iktidardan uzaklaştırmak içindi...

Dünyanın en ilkel topluluklarında dahi, kabilenin büyük menfaatleri için gizli kalması gereken bir eylemi açığa vurmak, "hainlik" ti...

Suriye ve Irak'ta; Türkiye'nin elini kolunu bağlamak isteyenler, yine emperyalistlerin piyonlarını kullanarak, Erdoğan üzerinden Türkiye'nin bölgede etkisiz kalmasını amaçlamıştı...

Bölgede onlarca ülke kendi çıkarı için her türlü silah desteğini verirken, milyonlarca Türkmenin yaşadığı bölgede, Türkiye'nin tribünde "seyirci" kalması neden isteniyordu?..

Çünkü, PKK'nın uzantısı PYD, o dönemde güçsüzdü. Amerika, yalanlarıyla herkesi aldattı ve PYD'den paralı bir ordu kurdu!..

Yani, MİT TIR'larının durdurulması da büyük tezgahın önemli bir parçasıydı... Ve o karanlık, kahpe gece...

Büyükada'da bir otelde, 21 Türkle birlikte 13 CIA ajanı neden biraraya gelmişti?

15 Temmuz günü gerçekleşen bu buluşma, "tesadüf" müydü?..

Ne var ki, oteldeki hesap, sokağa uymadı. O gece; çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek, karnı burnunda hamile kadınlar, bastonlarıyla bayrak ellerinde alanlara koşan dedeler ve nineler, onların hesabını bozmuştu...

O gece, tankların altına yatıp, göğsünü kurşunlara siper edenler, ölümü hiçe saymıştı...

Onların hesabı varsa, elbette Allah'ın da bir hesabı vardı...

Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkesi, Arnavutu, Boşnakı, Acemi, Arabı ve Gürcüsü, Abazası; sağcısı, solcusu ve inananı, inanmayanı emperyalizme karşı tarih yazan bir direnişin yiğitleriydi...

Darbeciler şaşkındı...

Öyle ya Türkiye'de hiçbir darbe girişiminde halkın sokaklara döküldüğü görülmemişti; ne olmuştu bu millete böyle?..

Meselenin özüne, "siyasi" değil, "milli" açıdan bakarak, yılların içinden süzülerek, bir hatırlatma yapmak istedim...

15 Temmuz'a uzanan yolun taşları sinsice döşendiği sırada, iktidar neredeydi?..

Kim bu işbirlikçilerin önünü açmıştı?..

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu yanlışı samimiyetle itiraf etti: "Ciddi anlamada yanıldık. Allah bizi affetsin"...

Meseleye bütünden bakıldığında gerçek amacın; bu gök kubbe altında bir "ebru" gibi iç içe kardeşçe yaşayan büyük milletin evlatlarına boyun eğdirmek olduğunu anlamazsak, karşımıza "Sevr" çıkacaktır!..

Pentagon'daki haritalar, boşuna mı çizildi sanki?..

İktidar da muhalefet de bu oyuna gelmemek için "uyanık" olmak zorundadır...

Mustafa Kemal Atatürk, asırlık planın farkında olduğu için "Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olur" demiştir...

Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, kim ne derse desin; 15 Temmuz, emperyalizme karşı bir büyük "milli direniş" olarak, millet hafızasında yaşayacaktır...