Eskiden memlekette
süfli işlerle
uğraşanların
bile bir raconu
yani kuralı, yolu
ve yöntemi vardı...
Toplumda
saygın bir yerleri yoktu ama
kendi aralarında
koydukları kuralları
çiğneyenler,
saf dışı kalırdı...
Hırsız, kendi
alanının
dışına çıkmazdı. Yani, camiden ceket çalan
ve "muslukçu" tabir edilen
hırsız, "kasa" patlatma
işine bulaşmazdı...
Şimdikiler, ne buluyorsa
çalıyor...
Fahişe, asla kendi
mahallesinden
biriyle ilişkiye girmezdi...
Mesela, "dalkavukluk" yapanlar
arasında el etek öpmenin
nasıl konuşulacağını
bilmenin de
bir adabı vardı...
Lafı uzatmayalım...
Dalkavukların
1. Mahmut'a verdikleri
bir dilekçe,
o racon meselesini
öyle güzel anlatıyor ki...
* * *

'Devletli, inayetli, merhametli efendim. Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir' diye başlayan
dilekçe, şöyle devam ediyor:

'Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde, İstanbul'da, davetli davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricali devletin ve sair büyüklerin, mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, şerbetler, her türlü reçeller, tavukgöğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, süzme aşureler, hoşaflar yer içeriz; üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk, sağlam bir nizama bağlanmazsa, cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır.
Dalkavuklar, kibar ve rical huzuruna girdiklerinde etek öper. Oturacakları yer, tırabzan yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, meclise neşe vermek, keder verici sözlerden, müstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayretle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse, fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen ihsanı gizlice alacaklardır, verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünmeyeceklerdir.'
* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...