On beş yıldır hemen hemen
her pazar günü kısa öyküler
yazmaya çalışırım...
Bazen kendi bazen
anonim bazen de
başka yazarların
öykülerini aktarırım...
İsterim ki;
bu öykülerin
etkisiyle
insanlar daha çok birbirini
sevsin daha çok saysın!..
Çok güzel şeylere tanık oldum
öyküler sayesinde...
Birini öldürmeye giderken
cayandan
eşinden ayrılmayı düşünürken
yeniden yuvasına dönene;
yıllardır konuşmadığı
kardeşleriyle barışandan
düşmanından özür dileyenine kadar...
Öyküler güzeldir elbette...
İsmail Öztaş'ın "Kıskançlık" öyküsü
dilerim ki;
hasetlikleri yüzlerine
vurmuş
zavallıların yüreğinin
aydınlatılmasına katkı verir...

* * *
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin
salonu, insanı tedirgin ediyordu. Hasta ziyaret salonunda her zamanki gibi gözetim ile beraber hastaları ziyaret eden birçok insan vardı. Her hasta burada halinden memnun gibiydi. Yalnızca bir hasta ziyarete gelen kişiyle hararetli bir tartışma içindeydi.
' Baksana yine millet hastalarına hediye getirmiş. Sen niye bana getirmiyorsun' dedi hasta, ziyaretine gelen kadına.
" Açık dükkan bulamadım. O yüzden getirmedim ' dedi ziyaretçi kadın.
' Millet nasıl bulmuş. Ah şu giysiye bak. Ne kadar da çok yakışır bana. Herkes şanslı, bir ben şanssızım. Sadece kendini getirmişsin. Şu güneş gözlüğüne bak! Onu takıp koğuştakilere hava atabilirdim ' dedi hasta iç geçirerek.
Kadın, onu iyi gördüğünü
ve yakında taburcu olabileceğini söyledi.
' Ben seni daha iyi gördüm. Benden daha iyisin. Benim daha iyi olmam gerekirken sen iyisin ' dedi hasta ellerini kafasına vurarak.
Ziyaretçi kadın, "Buradan çıktıktan sonra arkadaşlar ile buluşacağım. Biraz vakit geçireceğim. Haber vermek istedim' dedi.
Hasta birden hiddetlendi. " Hayır. Sakın kimselerle gezme. Sarkarlar, göz koyarlar sana. Sakın gitme. Eğer gidersen buradan çıkar bulurum seni. ' dedi. Elleriyle kafasına vurdu.
Kadın, ' Ne oldu? Kıskandın mı' diye sordu ve "Görüşürüz" dedikten sonra
yerinden kalktı. Hasta da yerinden ok gibi fırlayarak kadına doğru koştu. Kollarından tutmaya çalıştı. Etraftaki hastalar ve ziyaretçileri, adamı izliyorlardı. Adam, havayı tutmaya çalışıyordu. Havaya doğru sesleniyordu:
' Seni gökteki yıldızdan, dağdaki çiçeğe kadar her şeyden kıskanıyorum. Aa, ne güzel bir eldiven. Keşke benim olsaydı. Gitmeyeceksin arkadaşlarına, sarkarlar sana orada. Aa saçların dümdüz ne güzel. Benim de öyle saçlarım olmalıydı…' Adam, havaya ve etrafındaki insanlara doğru bu şekilde nutuklar veriyordu. Hemen gözetmenler hastayı yaka paça yakaladı. Gözetmenlerden biri;
' Başta uslu uslu duracak sanmıştım. Ama sonradan baktım ki masasında kendi kendine, sanki yanında bir kadın varmış gibi konuşuyor. Daha sonra da bu hale geldi zaten ' dedi. Hastaya gömleğini geçirerek ziyaret odasından çıkardılar…
'Doktor Bey, bu yeni gelen hastanın durumu ne imiş?' diye sordu hastabakıcılardan biri. Doktorun cevabı ilginçti:
"Gerçekten çok ilginç bir hastalığı var. Kıskançlık duygusunu, bir duygudan öte bir arkadaş olarak benimsemiş. Duyguları canlanıp o kadar gerçekçi olmuşlar ki kimi zaman onu tetikleyici oluyor, kimi zaman da farklı kişiler halinde karşısına çıkıyor. Bu duyguyu bastıramıyor, kontrol edemiyor. Geçmişinde, bilinçaltına işlemiş birçok olay var sanıyorum. Gördüğü her şeyi kıskanıyor ya da tabir doğru ise kıskançlık duygusu ona 'kıskan' diye tetikleme veriyor. Bu duyguyu öldürdüğünde, buradan sapasağlam çıkar. Ama hangi insan, arkadaşını öldürebilir ki? Onun arkadaşı da 'kıskançlık 'olmuş…"
* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...