Bugünkü siyaset halkın hoşuna gitmiyor. Köşelerime gelen mailler dikkatimi çekti; sordum, araştırdım: Halk 12 Eylül öncesini ve askerî yönetim dönemini yaşadıktan sonra merhum Özal gibi yumuşak huylu, uzlaşmacı bir siyasî kişiliğe yöneldi. Ancak o cumhurbaşkanı olduktan sonra yeri doldurulamadı. Muarrızlarıyla kavga eden siyasetçiler yeniden çıktılar meydana. Gitgide de erittiler koskoca partiyi. Diğer partiler, koalisyonlar derken… banka hortumlamaları, kasa atmalar, anayasa kitapçığı fırlatmalarla kendini gösteren çatışmacı siyaset sonucu ne oldu? Kriz!.. Halk çare özlemi içinde beklerken erdemliler hareketi çekti dikkatini. Adını adalet ve kalkınma koyan bu kadro, her kesime açılacağım dedi, tıpkı merhum Özal gibi ama… Maalesef 13 yıllık süreçte bazı ağır toplarını kaybetti, fire verdi sürekli. İç yapı içinde mücadeleyle yuvalarını dağıtmamayı değil, terk etmeyi seçtiler, bir vatandaşın benzetimiyle söylüyorum: Eşini terk eden kadın ve erkek gibi… Ayrıca gitmekle de kalmadılar, eski partilerine vurdular durdular. Diğer partilerdeki gerilimin Truva atları zaten yapıyordu bunu. Sonuç?.. Çatışmacı siyaset yeniden hortladı. Şimdi nefret diline hizmet ediyor artık siyasetçiler. Suçlamalar karalamalarla oy devşirme derdindeler.
Siyasîler, ekranlarda twit ve demeçleri kanıt yapmaya çalışarak birbirlerini terör destekçisi gösterme derdine düştü. Yalnızca devletin istihbarat ve güvenlik tedbirleriyle ortadan kaldırılması gereken terör, siyasetçiye rakibi yıpratma malzemesi gibi. Akıllar durmuş, tutulmuş. Halk duyduklarına şaşıyor, “Böyle konuşanlara devlet nasıl emanet edilir?” diyor.
Bir muhtar dostum, televizyonda dinlediği profesörün sözlerini anlayamamış. Açıklama istedi benden. Araştırıp buldum kim olduğunu. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (usak) Genel Başkanı Sayın Prof.Dr. İlhan Bal:
Siyasetin kapasitesinin azalması, çözüm sınırlarının daralması ve sonuç itibarıyla siyasetin çözümsüzlük merkezine doğru gitmesine işaret ederek şöyle demiş Sayın Bal:
“Kendi işimizi akılcı çözemiyor, bir sürü düşman üretiyoruz.‘Mademki bütün sorumluluklar düşmanlarımızda ve başka yerlerde, madem biz bir sürü düşmanla karşı karşıyayız ve herkes bizimle uğraşıyor, o zaman bunlar bizim başımıza gelebilir’ gibi mazeretler üretip çözümü erteliyoruz. Velev ki Ortadoğuluyuz; ‘Ortadoğu’da bunlar olur’ tezini öne sürenlere biraz kredi açalım. Gerçekten bir Ortadoğu ülkesi konumunda bulunan İran’a bakalım. Batı’nın başta ABD olmak üzere açık husumeti ve düşmanlığıyla geçirdiği 40 yıl içerisinde Tahran’da kaç tane bomba patladığına, bu yorumu ve analizi yapanların zahmet edip bakmalarında yarar görüyorum. Ortadoğu’da, tarihsel kökler itibarıyla devlet geleneği ve kültürünü devam ettiren Persler ve Türkleri iki devlet olarak yan yana getirdiğimizde görürüz ki bu ülkeler Esad’ın Şam’ı veya Saddam’ın Bağdat’ıyla mukayese edilemez özelliktedirler. Eğer bir kıyas yapılacaksa Tahran ve Ankara arasında yapılmalı.”
Muhtarım “Niye bu hocadan yararlanılmıyor?” diyor, düşündürücü değil mi sorusu?
Halk nefret dilinden çok rahatsız, yeni bir siyasî özlemin içine girdi yine. Niye? Çünkü ülkenin bir yarısının diğer yarısına düşman olmasından tedirgin. Birçok insandan dinledim: Koalisyon olsun diyorlar. Bir parti tek başına iktidara gelse bile ana muhalefetiyle uzlaşıp koalisyon kursun; anayasayı da diğer yasaları da halkın ortak iradesine uygun hale getirsin diyorlar. Hiç değilse bir dönem böyle uzlaşma hükümetine ihtiyaç var diyorlar.
Ben değilim bunları söyleyen, halk (!) Doğrulara ulaşmak ve onları duyurmak için sordum, soruşturdum, dinledim, araştırdım ve yazdım sadece. Kimse kusura bakmasın!
Araştırmam Ordu, Samsun ve Amasya’da.Tarih gösterdi ki vatanın bir köşesinde atan nabız, diğer köşelerinde de aynı atar. Siyasî faaliyet içinde olmayan halkı iyi anlamak lazım. Manas Destanı’nda da “Otlak yerde çıkan yangınla içeriden çıkan düşman baş edilmez!” deniyor. Gerilim ve çatışma siyasetinden geçelim artık lütfen! Allah aşkına, millet aşkına!...