Politik Psikoloji Derneği Başkanı Dostum Sayın Prof. Dr. Abdulkadir Çevik “Bölünme Psikolojisi ve Demokrasi İçin Uzlaşma Kültürü” adlı makalesinde şöyle diyor:
Çocuk 4-5 yaşına gelinceye kadar anne babasını kendini mutlu ettiğinde iyi, mutsuz ettiğinde kötü görür. Aynı kişiler olmasına rağmen onları iyiyken iyi, kötüyken kötü anne babalar olarak yaşar. Başka deyişle onu mutlu eden ve mutsuz eden anne babayı farklı anne babalar olarak algılar. Onları tek bir varlık olarak görmez. 4-5 yaşına gelince beyin kapasiteleri bu farklılığa tahammül edecek düzeye gelir ve mutlu edenle mutsuz edenin farklı değil aynı kişiler olduğunu kavramaya başlar. Çocuğun bu düzeye gelebilmesi için iyinin ve kötünün başka deyişle siyahla beyazın kaynaşıp griyi oluşturmasına katlanması gerekir. Yani bu yaşına kadar kendinden saydığı iyi ile dışladığı kötünün muhasebesini yapıp hem kendisinin hem de çevresinin ne tam iyi ne de tam kötü olmadığını kabullenmesi gerekir. Kendi dünyasında bu uzlaşmayı sağlayamazsa yaşamı boyunca kendini ve çevresini tam bir bütün olarak görmez.
Bireylerin gelişmesinde olduğu gibi toplumların da gelişiminde benzer süreçler yaşanabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti millî mücadele ve sonrasında devrimlerle bir ulus devlet kimliği oluşturdu. Ancak bu kimlik oluşturulurken geçmiş Osmanlı kimliğinin dışlanmış ve kötü olarak gösterilmiş olmasına karşı o kimlikle bütünleşmiş toplum kesimi de kendini dışlanmış olarak algılamıştır. Bireyselleşme ve kimliğini oluşturma sürecindeki Türkiye halkı, iyi ve kötüyü (siyah ve beyazı) bağdaştırıp ikisini de içeren griyi oluşturmak için kendisiyle yüzleşmek zorundadır. Bu süreç sancılıdır. Çünkü iyi zannedilenin iyi, kötü zannedilenin kötü olmayabileceğini görüp kabullenmek önemli bir tahammül gücü gerektirir. Toplumlarda bu tahammül gücünü artırmak için toplum önderlerinin marjinal, dışlaştıran, ötekileştiren, ötekini aşağılayan söylemlerden uzak durması gerekir. Ötekileştirilenlerin de aslında ‘biz’ olduğunun bilincinde olmamız gerekir. Marjinal ve ötekileştiren söylemler zaten insan doğasında var olan dışlaştırma ve bölünmeyi uyarır. Bunun sonucunda da toplum gerçeklik temelinden uzaklaşarak çeşitli senaryolar ve komploların etki alanına girebilir.
Çok ciddî bir uyarı bu. Hocanın bu yazısı üstünde çok düşündüm. Bugün 12 Eylül 1980 öncesindeki gibi kutuplaştırma etkisinin acı sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Liderlerin bu yazının istediği uzlaşmayı nasıl sağlayacağını iyi düşünmesi, konuşurken bin düşünüp bir söylemesi gerekir diye düşünüyorum. 1 Kasım seçimleri nin sonucu, partilerin politikalarını uzlaşma anlayışına odaklaması mesajını verdi.
Sayın Cumhurbaşkanımızın “Rejimle ilgili korkuları artık bir kenara bırakalım” sözü bu açıdan büyük önem arz ediyor. Fikirler bu anlayışın temelinden yükselmeli. Yapabilecek miyiz bilemiyorum. 10 Kasım günü sanki buna inat cumhuriyetimizin kurucusunu dışlayan bir yorum geldi Akit medya kuruluşunda, nefret diliyle tepkileri de gecikmedi tabi ve Cumhurbaşkanımızın bu bütünleştirici anlayışının üstüne karabasan gibi çöküverdi. Ne gerek vardı yani?
Merhum Şairimiz Necip Fazıl Kısakürek “ Elin oğlu okur atomu böler, bizimkiler okur milleti böler.” demiş yıllar önce. O zamandan bu zamana bir arpa boyu yol alamadık mı? Keskin dile veda edelim bundan böyle. Siyah beyaz değil, gri olalım. Muhalefet liderlerinin de uzlaştırıcı mesajlar vermesini bekliyor millet. Uzlaşma diliyle gücünü halktan alan, yani tabanın sesine kulak veren iki partili başkanlık sistemi üstünde iktidarla önyargısız istişarelerde bulunmalılar. Ama korkarım bunu yapmayacaklar ve kutuplaşmaya yelken açacağız yine. Oysa Oğuz Kağan Destanı’nda dirliğin ve gücün birliğe bağlı olduğu ne güzel anlatılıyor! Açıp okusalar, yorsalar iyi olmaz mı?
Siyasetçilerin siyah- beyaz- kırmızı çizgileri olmamalı ve gerektiğinde millî menfaatler adına renklerinin tonunu millet isteğine göre açıksa koyulaştırabilmeli, koyuysa açabilmeliler ki birliğe dirliğe gidebilelim. Çok çeşitli partilere dağılarak inatlaşmanın ne yararını gördük ki bu zamana kadar? Sağın ve solun iki ana partisi olması, fikir mücadelesinin de buralarda verilmesi daha doğru değil mi? Sayın Tuğrul Türkeş, Sayın Yalçın Topçu, Sayın Metin Gündoğdu bu birliğin öncüsü oldular. Ne mutlu!
Artık yeter, hep birlikte Türkiyeyiz; bölünmeyiz, biriz beraberiz diyebilme gücünü gösterelim. Uzlaşma dili üretelim de bütün dünya gıpta etsin bize. Bizi birbirimize düşürmek isteyenlerin senaryolarına, komplolarına ancak böyle karşı koyabiliriz.