Lösemiyle mücadele...
Yirmi altı yıl önce başlayan yolculuk; son durak neresi bilmiyoruz.
Bu yolculukta,denizde bir damla olabilmek en büyük mutluluk.
Amacımız güzellikleri öne çıkararak, insanlara pozitif duygular yaşatmak.
O gün bugün 'Teşekkür' veya 'Allah razı olsun' sözlerinin verdiği mutlulukla,çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bazen 'Çok koşturuyorsunuz.' diyen,samimi düşünceler bizim için çok değerli.
Tempomuzu,tanıştığımız ailelerin bizleri ateşlemesine borçluyuzbelki de.
Mevla'dan başka, hiç kimseden de takdir beklentimiz yok.
Yıllardır tartıştığımız bir konu, hasta ailelerinin dernekten uzak duruşu. Bu ailelerden, sadece bizlerin toplantı ve etkinliklerdeki varlığı, dernek adına önemli bir eksikliktir. On altı yıllık dernek serüvenimizde kişisel beklentimiz olmazken, hedefimiz 'Acaba topluma bu konuyla ilgili neler verebiliriz?' beklentilerinin arayışıdır. Özeldeki hedefimiz ise, lösemi mağduru çocuğumuzun manevi makamına layık olabilmek; onun yüreğinde bir yer edinebilmektir.
Bugün bu köşenin konusu aslında farklıydı. Neyse…
Hafta başında misafirhanemizdeağırlanan,derneğimize katkıda bulunan misafirlerimizle yapılan kahvaltıdan söz etmek istiyorum. Davetimize katılan tüm hanımefendilere,hasta yakını ailelerimiz adına özellikle teşekkür ederim. Beraberliğin ana teması,derneğe yapılan ve yapılabilecek katkıydı. Ancak bu davet her ne kadar iyi niyetle düşünülmüş ve gerçekleştirilmiş olsa da sonuç anlamında bir masanın iki ayağının olmaması gibi topal kalmıştır.
Derneğin hesabı, kitabı, nakliyesi, hamaliyesi,neredeyse her alanında yer almaya çalışan bir üyesi olarak, şunu söylüyorum. Yıllarca, sokak sokak, mahalle mahalle, ilçe ilçe ve il dışında toplumsal duyarlılığa özveriyle katkı verenlerin kahvaltıda olmaması –belki de olamaması-kahvaltının önemli bir eksiğidir.
Yirmi altı yıldır lösemiyle mücadeleyi bırakmayan, bu yüzden çocuğunu kaybetse de hayata pes etmeden,kendini başka çocuklarla ve annelerle buluşmaya vakfetmiş annemiz de; 'Beni bu tablolar değil, ailelerle kucaklaşmak mutlu ediyor' diyorsa, bu kahvaltıdaki masanın iki ayağı hakikaten kırıktır.
O gün orada,yedi yaşındaki Merve, yetmiş yaşındaki babaannesiyle olmalıydı.
O gün orada,fedakar öğrencilerimiz Simiber, Aytenve Fatma gibi değerli öğretmenlerimiz olmalıydı. O gün orada, ailelerin ev ihtiyaçlarının tedariki için, yıllarca saçını süpürge eden,ama dernek kayıtlarında gözükmeyen Meryem Hanımlar da olmalıydı.
Gönülden çocuklarımızı kucaklayan daha kimleri sayayım ki...
Hepsinden önemlisi,o gün orada toplumun moral kaynağı lösemiyi yenmiş Elifler, Kübralar, Melikeler, Fatihler, Hüseyinler, Rukiyeler olmalıydı...
Sivil toplum örgütlerinin gerçek sahipleri,bu birliktelik ve dayanışma ruhunun sağlayıcısı kahramanları görmeliydi,görebilmeliydi.
Sonuç olarak sevgili dostlar; gönüllerdeki adsız kahramanları bizler unutabiliriz.
Fakat, emin olun toplum onları yüreğinde yaşatıyor ve asla unutmuyor.
Kalın sağlıcakla…