Bir şeyin aslını koruyabilmesi, kendi inanç ve kültürel değerlerinden beslenmesiyle mümkündür. İçinde yaşadığı toplumun bin yıllar boyu elde ettiği hayat tecrübesi ve yaşanmışlıkları; ortaya koyduğu maddi ve manevi her türlü değer, milleti vücuda getirir. Gıdasını içinde yaşadığı toplumun değerlerinden alan ve onunla beslenen insan kendisi olabilir.

Diliyle, duruşuyla, dünya görüşüyle insanın kendisi olması ve kalması çok zordur. Çünkü insana hazır elbise gibi giydirilmek istenen kültürel ve sosyal kalıplar, belirli bir düşünce sisteminden geçmeden olduğu gibi kabul edilen değerler özgün olmadığı gibi uzun süreli olarak insanın benini tanımlamasına katkıda bulunmaz. Dolayısıyla yok olup gider.
İnsanın kişiliğini oluşturabilmesi sabır ve tahammül sınavlarından başarıyla geçmesiyle mümkündür. Ancak o zaman bireyin yaratacağı eserler kendini özgür hissettiği ortamlarda oluşabilir. Sanatçı ömür boyu sanat ortamından beslenmek, özgün olmak için özgül ağırlığını korumak zorundadır.
Kitleleri peşinden sürükleyerek derin izler bırakabilmenin başka da bir yolu bulunmamaktadır. Yöntem ne olursa olsun süreç bellidir: Kendi toplumunun değerlerini özümseyip, evrensel anlamda düşünen ve sorgulayan insan, kalıcı eserler verebilir. Farkındalık düzeyi yüksek, bilinci yetkinleşmiş nesillerin yetiştirileceği kültürel hayat böylece kendi atmosferini oluşturup 'edebi' iklimine kavuşmuş olur.
Kültürel sahada başarılı olmak, ekonomik refahın da gelişmesine ve hızlı bir şekilde yayılmasına katkıda bulunur.
Fikri hür, zihni açık nesiller yetiştirmek bir memleketin geleceğidir. Dünyada var olan kargaşalıklara ve savaşlara bir de bu gözle bakmak lazımdır.
Okuyan, düşünen, duyumsayan insanlar yetiştirmeliyiz. Çünkü dünyayı okuyan toplumlar yönetiyor.