Gün geçmiyor ki, Fırat'ın kıyılarında, serhat boylarında, Doğu Anadolu'nun yüksek dağlarında, terör örgütlerinin yuvalandığı şehirlerde, kınalı kuzularımızın şehadet haberini duymayalım…

Askerimiz, polisimiz canını ortaya koyarak mücadele ederken; terörle mücadeledeki zaaflardan söz etmek, bizim fıtratımıza uymaz.

Lakin bir an evvel terörün kalleş pençesinden yurdumuzu kurtarabilmek için, siyaset üstü bir duruşla aklımızın erdiği kadar yol göstermek de bir aydın olarak, bizim vazifemiz. Hem, yapıcı eleştirilerden istifade etmek de hakiki devlet adamlarına haiz bir vasıf değil mi?

***

Terörün bildiği tek yol vardır: Kan dökmek… Nasıl bir akrebin tek silahı kuyruğundaki zehirli iğne ise, terör de can almadan yaşayamaz. Bu nedenle onlarla uzlaşmak, ateşkes ilan etmek, masaya oturmak hatadır. Zira bu tür davranışlar, terör örgütlerine daha fazla kan dökmek için gerekli mühimmatı, elemanı, maddi kaynakları bulmak için zaman kazandırmaktan başka bir netice vermez.

Allah'tan Türkiye, bu büyük hatadan geç de olsa döndü. Son zamanlarda iktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla, güvenlik güçleriyle devlet - millet bir olarak gerçek manada yeniden terörle mücadele etmeye başladık.

Peki, terörle mücadelede sadece güvenlikçi yaklaşımlar yeterli mi? Her gün şehitler vermek ve kentlerimizde kalıcı izler bırakmak gibi ağır bedeller ödediğimiz bu zorlu mücadelede, terörü tamamen bitirebilmek için başka neler yapılması gerektiğini konuşuyor muyuz?

***

Tecrübe ile sabittir ki terörü boğmak için adeta on kollu bir ahtapot misali, koordineli bir mücadele yürütmek gerekir. Askeri yöntemler, bu on koldan sadece birisidir. Şimdi sıralayacağımız diğer dokuz kol tarafından desteklenmezse; bu iş bitmez, biterse de çok uzar:

Bir: Eğitim… Bölge halkının iyiyle kötünün ayırdına varacak düzeyde tahsil görmesini sağlamak lazım, ama malum, yörede bu sene okullar neredeyse hep kapalıydı.

İki: Ekonomi… Terör örgütlerinin fakirliği sömürüp yeni eleman kazanmasına karşı işsizliğin bitirilmesi, ortalama refah düzeyinin artırılması gerekiyor. Ama legal yollarla sağlanan istihdamı geçtik, kaçakçılık gibi yasa dışı gelir kaynakları dahi sınırın öbür tarafındaki koşullar nedeniyle kurumuş durumda.

Üç: Diplomasi… Dünyada dostumuz kalmadı, geçiniz…

Dört: Psikolojik harp… Toplumun teröre karşı bilinçlenmesi, karşı tarafın moral değerlerinin çökertilmesine yönelik profesyonel faaliyetlerin yeterli olduğunu kim söyleyebilir?

Beş: Sosyal politikalar… Fakire, muhtaca, kadınlara, çocuklara, yaşlılara, dışlanmış kesimlere sosyal yardımlar söz konusu olduğunda Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi terörün etkili olduğu yerlerde siyasi parti üyelerinin referanslarına göre hareket edildiği bir gerçek. Ayrıca doğum yardımları ve çocuk sayısının artmasına yönelik teşvikler acaba bu bölgede nasıl sonuçlar veriyor, akıl yoran var mı?

Altı: Hukuk… Devletin yanında mücadele eden silahlı kuvvetlerin, köy korucularının, devlet memurlarının, muhtarların, sivil halkın yasal ve sosyal güvenceleri yeterli mi? Hepsini geçtim, şehit olan gençlerin hepsi fakirken, kaymak tabakanın çocuklarının paralı askerlik denen garabetle adeta 'kefaretle askerlik' yapması uygun mu?

Yedi: İşleyen devlet mekanizması… Belli vilayetlerde elektrik – su tahsilat oranları yerlerde sürünürken, devlet vergi toplayamaz, trafik cezası kesemez, okulları açık tutamazken nasıl olacak bu işler?

Sekiz: Önleyici strateji… Acaba terör örgütlerinin eylemlerini ve hedeflerini önceden haber alan ve engelleyen yeterli istihbarat ağımız var mı? Terör saldırılarına karşı zırhlı araç, sinyal karıştırıcı, insansız hava araçları gibi teknolojilerden layıkıyla yararlanılıyor mu?

Dokuz: Milli benliğin yerleşmesi… Lafı dolandırmayalım… Yöresel kültüre ve ana dile devletin gösterdiği saygı, yöre halkı tarafından Türk kültürüne gösteriliyor mu? Belli bir kesim, Türkçülükle faşizmi aynı kabul ederken, yöresel mikro ırkçılara 'bizim yaramaz çocuklar' diye bakan zihniyete daha ne kadar taviz verilebilir?

***

Lafı şöyle toparlayalım: Terörle mücadele eden ahtapotun güvenlikten sorumlu kolu, şehitler vermek pahasına görevini yapmaya çalışırken diğer dokuz kol ne yazık ki yeterince canlı değil…

FISILTI GASTESİ…

Benden duymuş olmayın ama:

Hayati Tuncer, Ali Aydın'la beraber havalimanında 'ablamızı' karşılamaya gitmiş…

Mehmet Can, Kayadibi Restoran'da misafirlerine Selanik usulü etli yufka ikram etmeye başlamış…

Emin Kırbıyık, Deliormanlı Nuri Kök ailesinin fertleriyle her yıl olduğu gibi bir kez daha Alaçam'da biraraya gelmiş…

Hüseyin Kurt, kandil gecesi Almanya'daki Türk derneklerini ziyaret etmiş…

Sami Kesmen, Engiz'in Dağ köyünde halk kahramanı Fatma Çavuş'un akrabalarını bulup rahmetlinin mezarında dua etmiş…

SANAL ALEMCİ

Prof. Dr.Kaya Tuncer Çağlayan Hocam, Türk Ocağı Samsun Şubesi'nin bir önceki başkanıydı. Tanıyanlar bilir, Edinburgh Üniversitesi'nde Ortadoğu üzerine mürekkep yalamış, son derece değerli bir bilim adamıdır. Türkçeyi çok düzgün ve kitabi kullanması ile meşhurdur.

Hocam, bugünlerde okçuluğa merak sarmış. Yayını germiş, okunu yerleştirmiş, hedefi gözüne kestirmiş…

Bakalım attığı ok, menzile hayırlısıyla varacak mı?