Memlekette,
keramet-i kendinden menkul
birtakım ne idüğü belirsiz
ruh hastası
tipler, akılları
sıra "racon" kesiyor...
Bu şehir,
kimin ne olduğunu
bilmiyor mu?..
"Evliyayım" desen
kim inanacak?..
Muhatap olmama
hali; seviye meselesidir...
Neyse uzatmayayım...
Sizleri "Hatır bilmek" adlı
öykümle başbaşa bırakayım...

* * *


Evin tek çocuğu
Atilla, üniversiteden
mezun olduktan hemen sonra
sevincini ailesiyle
paylaşmak için
köye geldi.
Babası Yılmaz Dayı,
oğlunu da kendisi gibi
mert yetiştirmişti.
Boğazından bir lokma
haram geçirmeyen
Yılmaz Dayı, yardımseverliğiyle de
köyün en sevilen ve
en saygın kişisiydi.
Atilla'nın mezun olduğunu
duyanlar,
Yılmaz Dayı'ya göz aydınlığına
geldi. Yüksek mimar
olan Atilla, misafirleri
saygıyla karşıladı. Annesi Seyhan
Teyze, bir gün önce yaptığı
kuru pastaları çayla birlikte
ikram etti. Yılmaz Dayı'nın
evi şenlenmişti. Bütün aile
mutluydu. Atilla, köyün o temiz havasını da
arkadaşlarını da çok özlemişti.
O gece üçü de sabaha
kadar hasret giderdi. Yılmaz Dayı, sabah ezanı için evden çıktı. Atilla, uykuya yeni dalmıştı, ona kıyamadı. Tek gitti namaza. O hiç uyumamıştı.
Cami avlusunda onu kutladılar. Yılmaz Dayı, "Allahım sana binlerce kere şükürler olsun" diye dua ede ede camiye girdi.
O sırada, rahmetli arkadaşı Fikri'nin oğlu Çetin'i gördü. Hemen yanlarına oturdu. Çetin, hiç oralı olmadı. Selam bile vermedi. Yılmaz Dayı, "Çocuğun hastalığı depreşti yine" diye düşündü. Psikolojik sorunları vardı. Tedavi de görüyordu. Çetin, yanındaki arkadaşına
Atilla'nın diplomasının sahte olduğunu fısıldadı. Yılmaz Dayı, bu sözleri duymuştu.
Çetin, belki de kasıtlı olarak ona duyurmak istemişti.Tebessüm etti. Çetin'in babası Fikri ile kardeş gibiydiler. Namaz bittikten sonra Yılmaz Dayı, Çetin ve arkadaşına "Hayırlı sabahlar"
dedikten sonra camiden çıktı.
Yılmaz Dayı, belli etmemişti ama Çetin'in tavrına üzülmüştü. Ruhen hasta da olsa Çetin'in
bunları söylememesi gerekti. Kıskançlıkla söylediğini biliyordu. "Boş ver hasta çocuk" deyip, muhatap almadı.

Atilla, doya doya köy hayatını yaşıyor, çocukluk arkadaşlarıyla
dereleri, tepeleri geziyor; piknik yapıyorlardı. Bir ara Tombik Hasan, "Atilla, sana bir şey söyleyeceğim ama
sakın kızma" dedi. Atilla, ısrarla söylemesini istedi. Çetin'in kendisiyle ilgili söylediği yalanı anlattı. Peşinden Köylü Reşat ve
Tiptip Remzi, "Biz de duyduk" dedi. Atilla, alaycı bir gülüşle,
"Boş verin" dese de üzülmüştü. Okulu bitirmek için nasıl ders çalıştığını
annesi, babası biliyordu.
İçinden, "İnşallah babam duymaz. Yoksa, en yakın arkadaşının oğlunun bu yaptığına üzülür" dedi. Akşam olmuştu evlere dönüldü.
Seyhan Teyze, iki sevdiği insan için
en güzel yemeklerini yapmış, sofrayı süslemişti. Sıra çay faslına gelince
baba-oğul sohbete daldı. Aslında ikisi de Çetin'in iftirasını kafalarına takmıştı. Birbirlerine belli etmiyorlardı.
Yılmaz Dayı, geçenlerde komşu köpeğinin
eve gelen misafire saldırdığını
anlatmaya başladı. Atilla, "Ne alaka" dedi ama dinlemek istedi. Adam, köpekten
güçlükle kurtulmuş. Adamcağızın pantolunu paramparça olmuş. Evin sahibi çok üzülmüş. "Eee sonra" dedi Atilla. Komşu,
misafirinden binlerce kere özür dilemiş. Sonra da "Yerden bir sopa, taş bulup da ite atamadın mı?" demiş." Misafir de atardım atmasına da
"İtin hatırı değil, sahibinin hatırı var" demiş!..
Atilla, babasının bu olayla neyi anlatmak istediğini
kavramıştı. "İtin hatırı yok, sahibinin hatırı var" dedi içinden...

* * *

Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...