Efendim, Allah bağışlarsa yeni bir bebeğimiz oldu. Haliyle evde bir neşe… Biz de evdeki şamataya ortak olmak için bu günlerde işten çıkar çıkmaz mümkün mertebe eve koşuyoruz.

Geçenlerde yine böyle erkenci olduğumuz bir gündü; kapıdan girer girmez evde bir telaş, bir neşe ile karşılandım… 'Ne oluyor yahu?' demeye kalmadı, bizim kayınvalide gülümseyerek 'Gel, damat, koş…' diye atıldı. 'Senin küçük kızçeyi kırklıyoruz…'Meğer bizim ufaklık kırk günlük olmuş da onun telaşesiymiş.

Şehir hayatında bile olsa geleneklerin yaşadığını görmek ne güzel… Minik bebek için kırk kaşık su ısıtıldı. Dualar okunarak vücuduna, elbiselerine, beşiğine, odasına serpiştirildi. En son banyo suyuna döküldü. İçine gül suyu ve bir çeyrek altın konulmuş suyla bir güzel yıkandı, paklandı. Suya atılan bozuk paralar, okul çocuklarına dağıtılmak üzere saklandı. Bütün gün viyaklayan ufaklık, bıcıbıcı yapınca sakinleşti. O uyurken bana da yıkama suyunu oturduğumuz sitenin bahçesindeki gül dalının dibine dökmek düştü.

Neden sonra, aklıma 'neden otuz dokuz değil de kırk?' diye sormak düştü. Ne kayınvalidem biliyordu, ne de bizim hanım… Düşününce kırk sayısının sadece doğumda değil, ölümde de önemli olduğunu hatırladım. Ölen yakınlarımızın kırkıncı gününde mevlit ya da Kur'an okutturmak gibi bir geleneğimiz de vardı…

Bunun İslam dininde benim bilmediğim bir yeri mi vardı acaba? Oturup kendimce bir araştırma yaptım, ayetlerde ya da hadislerde vefat edenin ardından 'kırkını okutmak' diye bir ibadet şekli yoktu. Dahası internette rastladığım bazı İslami siteler, bunun bid'at olduğunu bile söylüyordu.

Peki, neydi bu kırk sayısının hikmeti? Akıl yordukça Türk kültüründe kırk sayısına dair başka incelikler olduğunu hatırladım: Mesela, kırklı pek çok atasözümüz vardı… Bir kahvenin hatırı neden kırk yıl ile sınırlandırılmıştı acaba? Kırk yıllık kani, olur muydu yani? Kırk satır mı kırk katır mı tercih edersiniz? Sarımsağı gelin ederseniz kokusu kaç yıl çıkmaz dersiniz? Ayının hepsi ahlat üzerine söylediği kaç türküsü olduğunu biliyor musunuz? Kırkından sonra azanı ne paklıyordu sahi?

Ha bir de, deyimler var tabii: Kırk tarakta bezi olmak, kırk evin kedisi gibi dolaşmak, kırk parasız kalmak, kırk yılın başında karşılaşmak…

Masalları hatırlayın: Ali Baba'nın haramisi kaç taneydi? Düğünler kırk gün gün ve kırk gece yapılıyordu değil mi? Ejderhalar kırk yıl mı uyurlardı? Peki, efsanede Kürşat, kaç çeriyle Çin sarayını basmıştı?

Pehlivanların güreştiği meydanın adı neden Kırkpınar da elli pınar değil mesela?İlk yaz akşamları yağan gök gürültülü yağmurların adı neden kırkikindi?

Evliyalık mertebesine erişenlere neden kırklara karıştı denir? Ermişlerin biraraya geldiği kabul edilen ruhani dergahın adını 'kırklar meclisi' diye kim koymuş olabilir? Kimdir bu 'kırk' erenler?

Pir Sultan Abdal bile, 'Kırkların sohbeti, aşk meydanıdır.' dememiş mi hem?

Destana bakarsan Oğuz Han, kırk günlükken yürümeye başlamış. Manas destanında da tam 127 yerde kırk sayısı geçer: Kırk yiğit, kırk savaşçı, kırk cura, kırk gelin, kırk kulaç, kırk alp, kırk güzel…

Kırgız bayrağındaki güneşte kırk ışın varmış… Korkut Ata öykülerinin efsanevi kadın cengaveri Burla (ya da Sırma) Hatun'un kırk kadın yardımcısı olduğunu duymuş muydunuz?

Bektaşilerde dört kapıya karşılık kırk makam vardır. Hristiyan Türklerde de kırk aziz için kırk mum yakılır…

Eskiden berbere gidenlere 'tıraş oldu' yerine 'kırkıldı' derledi… İhtiyarlar hala, kumaşları kesmez, kırkarlar! Eskiden ninelerimizin kumaş parçalarını biraraya getirerek yaptıkları örtülere de kırkyama demezler miydi?

Koyunların yünleri bilirsiniz, kesilmez, kırkılır… Çuvaş Türkçesinde kırk kelimesinin karşılığı 'hereh' imiş. Bu sözcüğün aynı zamanda 'kurban' anlamıyla bir bağlantısı olması da ilginç…

Besbelli, kırk sayısının Türk medeniyetinin köklerine inen, hatta muhtemelen 'Tanrı için kurban kesme' törenlerine uzanan mitolojik bir değeri var diyelim ve yazımızı okuyucularımızdan küçük bir rica ile bitirelim:

Bizim minik kıza, 'kırk bin kere' maşallah der misiniz lütfen?

************************

SAYGI DURUŞU

'Analar ağlamasın' diye kapı kapı gezen akil adamların hiçbirisi ortalıklarda görünmüyor… Zira o gün muhatap alınan teröristler, bir zamanlar 'ağlamasınlar' denilen o anaları hedef almaya başladı…

Nefize Özsoy… Midyat'ta şehit oldu. Edirneli, ama aslen Kırcaali kökenli bir ailenin kızçesi… Sınıf öğretmenliği okumuş, ama bu memleket onu mesleğinde istihdam edememiş… Kalem tutmak için yetiştirilen ojeli parmaklarına silah tutuşturulup vatan nöbetine gönderilmiş… Dört yaşındaki kızına anacığının şehadet haberini psikologlar vermiş…

Şerife Özden Kalmış… O da Midyat şehitlerinden… Kastamonulu bir yiğide… Altı aylık hamile bir Türk kadını… Şimdi bebeğiyle beraber koyun koyuna toprağın kara bağrında yatıyor.

Güle güle Asenalar… Siz milletin gaflet uykusunda olduğuna bakmayın; ecdat sizden razıdır…

*******************

SANAL ÂLEMCİ

Avukat arkadaşımız Alperen Carus paylaşmış bu fotoğrafını… Anladığımız kadarıyla deklanşörde ise kankası İlkay Erkan var…

Söylediğine bakılırsa, 'bu fotoğrafın nerede çekildiğini doğru bilen beş kişi' İlkay Beyden iftar daveti kazanacakmış… Tüyo isteyenler için 'Burası Samsun' diye eklemeyi de ihmal etmemiş…

Takipçilerinden kimisi 'Tekkeköy mağaraları' kimisi de 'Bağkur'un arkasındaki kayalıklar' diye tahmin yapmış ama… Sevgili Alperen ve İlkay kardeşlerimizin tabiatlarını bildiğim için ben, tahmin hakkımı farklı kullanacağım: Burası, Vezirköprü'nün Kayabaşı Köyü yakınlarında, 'Kurt Köprüsü' civarı olsa gerek…

Bakalım iftar davetini kapabilecek miyim?