'Nasılsınız?','Çoluk çocuk ne yapar?' soruları ve devamındaki iyi dilekler, ilişkilerimizde görüşme anının tazeliğiyle dökülür kalbimizden. 'Allah bugünlerimizi aratmasın!' gibi bilinçaltına yerleşmiş pozitif dönüşleri günlük hayatımızda hep yaşarız.
Hayatta anı yaşamak ve o anın değerini bilmek…
İnsanoğlu, elindekini kaybedince değerini daha iyi hissediyor.
Annenin, babanın, evladın, bir yakınının veya sağlığının…
Anne veya babasını kaybedenler, geçmişte yapamadıklarının vicdani rahatsızlığıyla yüzleştiğinde gerçeği kabulleniyorlar.
'Hayatta iken değerlerinize sahip çıkın.' tavsiyesi, geç kalmışın iç çekişidir.
Gidenin geri gelmediği değerlere sımsıkı tutunmalı.
Marifet eldekini kaybetmeden gereğini yapmak, elbette.
Bugün değerlerimizi belki de hovardaca harcıyor, zenginliğimizi fark edemiyoruz.
Başımız, dişimiz ağrıdığında sağlığımızı hatırlıyor; ağrımız geçince unutuyoruz.
Yaşam ders alınacak o kadar çok resimlerle dolu ki…
Samsun'a Şanlıurfa'dan iki çocuğuna ilik nakli olması için gelen aileyi hatırlıyorum. Aynı ailede öğrendiğimiz bir gerçek de babanın erkek kardeşi de aynı hastalıkla mücadele ediyor ve ilik vericisi henüz yoktu.
Düşünmeden geçemezken, empatinin önemi burada ortaya çıkıyor.
Yarın kimin ne ile karşılaşacağını bilmezken, bugünkü zenginliğimizi görmeden geçebilir miyiz?
Problemi yaşamasak da yaşananların ne kadar uzağındayız?
Zenginliğimizi göremediğimiz yaşamda, olumsuzluklarla yüzleşmeyeceğimizi düşünürüz hep.

Elimizdeki değerler için ne kadar şükretmeliyiz derseniz…
Gözleri görmeyenlerin yanındaki zenginliğimizi görecek kadar…
Yürümesi hayal edilemeyenlerin umutlarını hissedecek kadar.
Diyaliz makinesine girenlerin beklentilerini görecek kadar.
Anın iyi değerlendirilmesi ve sağlığımızın değeri…
Kaybettikten sonra fark etmenin hiçbir anlamı yok.
[email protected]