Hatırlar mısınız, eski İstanbul konak hayatını anlatan Türk filmlerinde bir 'Arap Bacı' karakteri vardı: Bir anlamda evin hizmetçisi, biraz da çocukların mürebbiyesi… Genellikle konağa canıgönülden bağlı, sevimli, hafif tombul, esmer ve biraz da şiveli konuşan yaşlıca bir kadıncağız…
Eski İstanbul konaklarının bu tatlı karakteri, tarihimizin pek bilinmeyen bir yönünü temsil eder aslında. Arap bacılar, on altıncı yüzyıldan itibaren on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar dünyanın dört yanından korsanlar tarafından İstanbul'a satılmak üzere getirilen kölelerin son temsilcileridir. Mazide Karadeniz'in kuzey sahillerinden, Akdeniz adalarından, İtalya, Fransa ve Endülüs yarımadası sahillerinden kaçırılan ya da satın alınanlar kadar, Kızıldeniz ve Kuzeybatı Afrika sahillerinden gelen koyu tenli kölelerin zamanında İstanbul'da satıldıkları tarihi kaynaklarda anlatılıyor.
Esasında, Türklerin köle ticareti veya sömürücülüğü yaptıklarını söylemek, çok da doğru değildir. İstanbul'a ve Osmanlı'nın diğer büyük kentlerine satılmak üzere köle getiren tüccarlar, ekseri Magripli ya da batılı korsanlar olmuş. Üstelik eğer bu korsanların eline bir defa düşmüşseniz, bir Türke satılmak büyük şans bile sayılabilirmiş. Zira Türk geleneklerinde köle bulundurmak fazlasıyla istisnai bir hal olduğu için satın aldıkları kimselere dönemin koşullarında epeyce insani muamele ediyorlarmış. Kölelerin büyük çoğunluğu, zamanla dahil oldukları ailenin bir parçası haline geliyor, ekseri evlenip çoluk çocuğa karışıyor, genellikle azat ediliyor, özgürlüğüne kavuşanlar ise gönüllü olarak aileden ayrılmıyorlarmış.
Ülkemizde yaşayan Zenci kökenli vatandaşlarımızın sadece bir kısmı kölelik döneminin mirasçılarıdır. Çeşitli sebeplerle Afrika'dan Anadolu ve Balkanlar'ın belli bölgelerine küçük gruplar halinde yerleşen Afrika kökenli pek çok insanımız vardır. Özellikle Girit, Akdeniz sahilleri, bazı Ege adaları ve bugünkü Yunanistan'ın güneyine yerleşen Zenciler, bizlerle aynı kadere ortak olmuştur. Örneğin Mora Ayaklanmasında katledilen Müslümanların bir kısmı, Zenci vatandaşlarımız imiş. Mübadele ile Anadolu'ya göç eden Zenci Müslüman ailelerin varlığı da biliniyor.
Öte yandan 'Zenci Türkler' kavramı, gerçek anlamından uzaklaşıp son yıllarda sosyolojik bir tabir olarak yeniden karşımıza çıkmaya başladı. Özellikle muhafazakar siyasetçilerin 28 Şubat sürecinde mağdur edilen mütedeyyin vatandaşlarımızı tarif etmek için kullandıkları 'Zenci Türkler' ifadesi, zamanla anlam genişlemesine uğradı, 'ezilen, hor görülen, fakir, mağdur toplum kesimleri' gibi bir mana edindi.
Bir de bunun karşıtı var tabii: Beyaz Türkler… Onlar da Zencileri ezen, aşağılayan, kötülük eden, haksız kazanç edinmiş zenginler… Ağır ekonomik ve sosyal krizlerin yarattığı dip dalgası üzerinde sörf yapan muhafazakar siyasetçiler, kitlesel oyları olan Zenci Türkleri (!) beyazlara karşı tahrik ederek makam koltuklarını ve son model makam arabalarını ele geçirdiler.
Aradan geçen on – on beş yıl içinde sosyolojik olarak ne değişti derseniz; yeni Beyaz Türkler türedi tabii. Kamu imkanlarını sömürerek zenginleşen, büyük kentlerin en güzide bölgelerinde saray yavrusu evlerde oturan, lüks arabalara binen, tatillerini en pahalı yörelerde yapan, marka kıyafetler giyen ve har vurup harman savuran yeni bir kitle oluştu. Kılık kıyafeti ve söylemleri ile muhafazakarlıklarını kısmen devam ettirseler de aslında neyi muhafaza ettiklerini kendilerinin de bilmediği yeni seçkinler… Televizyonlarından, internet sitelerinden, merdiven altı sözde eğitim kurumlarından ve akçeli işlerden adeta irin akan tuhaf bir ülke olduk. Her köşe başında bir imam hatip okulu açıldığı halde camileri, cuma namazları dışında memleketin en seyrek yerleri haline gelmiş, sorsanız muhafazakar bir Türkiye!
Zenci Türklerin sayısı ve mağduriyet türleri de değişti bu arada… Atanamayan öğretmenler, iş güvenceleri olmayan taşeron işçiler, üç kuruş emekli maaşına talim eden yaşlılar, asgari ücrete razı oldukları halde işsiz gezen milyonlar, teröre göğsünü siper eden kahraman güvenlik görevlileri, şehit aileleri, bomba korkusuyla sokağa çıkmaktan korkan milyonlar…
Aile içi şiddete, tecavüze, mahalle baskısına uğrayan, öyle veya böyle giyimlerine bakılarak yaftalanan kadınlarımızdır, Zenci Türkler. Uyuşturucuya, alkole, madde bağımlılığına terk ettiğimiz gençlerimizdir yeni Zencilerimiz. Tarlada, fabrikada, dükkanda, pazarda emeğinin karşılığını alamadığı için sosyal yardımlara mahkûm kalan emekçilerimizdir, bugünkü köleler. Hastanede şiddete maruz kalan sağlıkçılar, mobbinge uğrayan memurlar, inançları nedeniyle ötekileştirilenler…
Ezcümle… Kültüründe kölelik ve ırkçılık gibi kara lekeler bulunmayan Türk milleti, modern çağda birbirini köle eder hale gelmiştir, vesselam.

**************************

FISILTI GASTESİ

Samsun Mübadele Derneği Başkanı Olcay Yanık, Kültür Bakanlığımızın sanatçılarını Batı Trakyalı Türkler ile buluşturmak üzere bayram önü İskeçe'ye gitmiş.
Kasap Kardeşler, Yeşilyurt AVM'den sonra Bulvar AVM'deki Özsüt Cafe'nin işletmesini devralmış…
Üstat İsmail Başaran'ın kalp krizi geçirdiği haberi, Samsunlu gazeteciler arasında derin üzüntüye yol açmış.
Samsun Milli Eğitim camiası, emektar isimlerinden Adnan Aynur'u kaybetmenin acısını yaşıyormuş.
Meteoroloji Bölge Müdürlüğü, son zamanlarda hava tahminlerde meydana gelen hatanın iftar vakti Doğupark ve Batıpark'taki piknik alanlarından yükselen mangal dumanlarından kaynaklandığını söylemiş.

*****************

SANAL ÂLEMCİ
Fotoğraf karesi, Samsun'un sevilen kadın doğum uzmanlarından Alaaddin Balcı'nın ameliyathanesinden…
Ekibiyle beraber gülücükler saçan doktorumuzun kollarında iki bebek olduğuna bakılırsa, bu defaki yumurta çift sarılıymış galiba!
Allah nazarlardan saklasın…