Son üç yüz elli senedir dünya siyasetinin belirleyici ülkelerinden birisi olmaya devam eden İngiltere, kısaca 'Brexit' diye isimlendirilen Avrupa Birliği'nden çıkma kararıyla birlikte, bir kez daha uluslararası güç dengelerini değiştirmeye başladı.

Aslında İngilizler, AB projesine hep mesafeliydi. Ortak para birimi, ortak vize politikaları ve ortak pazar gibi AB'nin temel kurallarını aynen benimsemeyi reddetmişler, kendilerine göre özel bir ilişki biçimi geliştirmişlerdi. Yine de nüfusu, ekonomisi ve siyasi ağırlığı sayesinde AB'nin temel taşı niteliği taşıyorlardı.

İngiltere'nin AB'den çıkış için referanduma gitme kararı, başlangıçta ülkedeki AB karşıtlarının 'gazını almak' için düşünülmüş bir demokrasi oyunu zannedilmişti. Kısa bir süre önce İskoçya'nın bağımsızlığı için bir referanduma müsaade eden İngilizler, halktan aldıkları 'hayır' oyunu ceplerine koyup demokratik yöntemlerle ayrılıkçıları mağlup etmeyi başarmışlardı. Birçoklarına göre İngiliz devlet aklı, Brexit için referanduma giderken 'AB'ye hayır' diyen bloku sandıkta yeneceğini hesapladığı için yeni bir demokrasi gösterisi yapmaya karar vermişti.

Lakin kısa bir süre sonra durumun hiç de zannedildiği gibi olmadığı ortaya çıktı. 'Brexit' yanlıları, sandığa ağırlıklarını koydu. Göçmen sorunlarından coğrafi ve bürokratik olarak en korunaklı AB ülkesi oldukları halde İngiliz halkı, bu tehdide sandıkta tepki verdi. Neticede AB karşıtları sandıktan zaferle çıktı.

Soğukkanlılıkları ile tanınan İngilizler tarafından kısa bir şaşkınlıktan sonra 'yeni duruma uygun' siyasi kararları almaya başladılar. Başbakan istifa etti, 'yeni demir lady' olacağı iddia edilen Bayan Theresa May, kabineyi kurdu.

İngiliz hükumetinin bundan sonra izleyeceği stratejiler konusuna girmeden, Türkiye ile ilgili bir parantez açmakta yarar var. Çünkü Brexit öncesi ve sonrası gelişmelerde Türkiye'yi ilgilendiren epey husus göze çarpıyor. Sözün gelişi, AB karşıtlarının en önemli söylemlerinden birisinin 'Türkiye'nin AB üyesi olması' ihtimaliydi. Her ne kadar AB yanlısı eski başbakan Cameron, 'Türkiye üç bin yılına kadar AB'ye giremez' diyerek bu olasılığın yok hükmünde olacağını söylese de sokaktaki İngiliz, 'AB'de Türklerle ortak olma' fikrine çok kapalıydı.

Referandum sonrası da Türkiye'yi ilgilendiren çok önemli bir gelişme oldu. Dışişleri Bakanlığı'na Boris Johnson getirildi. Yeni döneme yön verecek en önemli siyasi aktörlerden biri haline gelen Johnson, Damat Ferit hükümeti döneminde nazırlık yapmış, milli mücadele karşıtı son dönem Osmanlı siyasetçilerinden Ali Kemal'in torununun oğlu… Siyasal yaşamı boyunca Ortadoğu'daki Kürt sorunu ile yakından ilgilenen Boris Johnson, Kürtçüler arasında sevilen bir isim olarak biliniyor. O kadar ki Johnson'ın Kürt Peşmergelerle beraber eli silahlı pozları bile bulunuyor.

Büyük dedesi Ali Kemal, Kurtuluş Savaşı yıllarında milli mücadele yanlılarına hakaret dolu ifadeler kullanmaktan kaçınmamış, ayrıca Ermeni yanlısı yazılara imza atmış bir hain olarak biliniyor. Boris Johnson, Ali Kemal'in Mısır'da yaşadığı yıllarda evlendiği İngiliz hanımdan dünyaya gelen çocuklarının torunu… Bilmeyenler için söyleyelim, Ali Kemal, Kasım 1922'de Teşkilatı Mahsusa'ya bağlı olduğu zannedilen kişilerce kaçırılmış, hain olduğu gerekçesiyle linç edilerek öldürülmüştür.
Elbette Johnson'un aile tarihindeki bu sancılı şahıstan dolayı Türkiye'ye karşı düşmanca bir siyasi tutum alacağını peşinen söyleyemeyiz. Zaten İngiliz devlet aklı, bu tür duygusal tavırlara müsaade etmez. Ancak, ne olursa olsun Boris Johnson'lu İngiliz hariciyesiyle ilişkilerin seyrinde sorunlar çıkmasına kimse şaşırmayacak.

Öte yandan AB'den ayrılma kararı alsa da İngiltere, sırtına asla kıta Avrupasına dönmeyecektir. Muhtemelen Avrupa'yı yeniden şekillendirmeye çalışacak, 'halkalardan oluşan yeni AB' fikrini dayatmaya çalışacaktır. Almanya ve hinterlandındaki birkaç ülkenin oluşturacağı ana çekirdeğin dışında, ama karar alma mekanizmaları ve ekonomik ilişkileri optimize edecek ikinci ya da üçüncü halkada kendi menfaatlerini korumaya çalışacaklardır. Bunun aksi düşünülemez, zira İskoçya ve Cebelitarık başta olmak üzere Büyük Britanya'yı oluşturan ülkeleri başka türlü kendilerine bağlı tutamazlar.

Öte yandan İngilizlerin eski sömürgeleri Kanada, Hindistan ve Avustralya ile olan ilişkileri güçlendireceğini göreceğiz. Dünyanın kalan bölgelerinde ise geleneksel İngiliz siyasetini, her zaman olduğu gibi ABD ve İsrail'in arkasına saklanarak devam ettireceklerine tanık olacağız.
Önümüzdeki yıllarda 'Halkalardan oluşan AB' projesinin işlerlik kazanması için Türkiye ile İngiltere'nin eş güdüm sağladıklarını görürsek, bu da kimse için sürpriz olmamalı… Zira iki ülke de 'Çekirdek AB' üyesi olmamak gibi bir paydada buluşuyor.

Tek bir farkla: İngilizler birliğe girmek istemiyor, Türkiye ise birliğin içinde kendisine yer bulamıyor.