Dünyada çok önemli tartışmalardan birisi 'demokrasisi gelişmiş olan ülkeler mi daha zengindir' yoksa 'zengin olan ülkeler mi demokrasisi gelişmiştir' üzerine konumlandırılmıştır. Demokrasi ve ekonomi öyle kavramlar ki birisi olmadan diğerinin pozitif şekilde ilerlemediği, çok net bir gerçektir. Hem demokrasisi gelişmiş hem de ekonomisi gelişmiş olan ülkelerin ortak özelliklerinden birisi, eğitim ve bilime yaptıkları yatırımlardır. Bu yatırımların uygulama alanlarından birisi olan Ar&Ge yatırımlarının da fazla olduğu rakamsal olarak da ortadadır.
Bugün gelinen noktada artık sürücüsüz araçlar gündemde. Veya robotlar artık gündelik hayatımızın birer parçası olma yönünde emin adımlarla ilerliyor. Önümüzdeki 20 yıl içinde artık robotlar ile daha sık karşılaşacağız ve sürücüsüz veya yenilenebilir enerji kaynakları ile çalışan araçlar ile ulaşım ihtiyaçlarımızı karşılayacağız. Bu basit örnekler bile bizim bilime, inovasyona ne kadar yatırım yapmamız gerektiğinin küçük birer göstergesi.
Ünlü işletme yazarlarından birisi olan AlvinToffler'ın güzel biri sözü var. 'Bilgi her oyunu bozar' diyor AlvinToffler. Bilgi yaşadığımız yüzyılın/binyılın en değerli sermayesi. Eskiden toprak emek sermaye gibi üretim faktörleri önemli iken bugün artık bilgi saydığım tüm bu faktörlerin önüne geçti. Bilgiye sahip olan herkes, en değerli sermayeye sahip olduğu için diğer tüm üretim faktörlerini de sahip olabilir hale geldi.
Bugün artık her şey bilim üzerine kurulu. Bilgi olmadan da bilimin olması söz konusu olamaz. Bugün artık her şeyin bilgi ve iletişim teknolojileri üzerine kurulu olduğu gerçeğini hatırladığımızda bilginin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde artık sır kavramı ortadan kalktı. Dünyanın neresinde ne meydana gelirse gelsin artık dünyanın öbür ucunda olan kişiler olan bitenden haberdar oluyorlar. Bu durum bize iki temel sonucu ortaya çıkarıyor. Birincisi bilgi ve iletişim teknolojilerine hem insan kaynakları olarak hem de teknolojik olarak daha fazla yatırım yapılmalı. İkincisi de siyasal anlamda artık herkes sosyal medya üzerinden daha çabuk örgütleniyor. İnsanlar tepkilerini reel şartlarda verebileceği gibi sanal ortamlarda biraraya gelerek ortaya koyabiliyor. Bu tepkiler bir ürüne karşı olabileceği gibi maalesef kötü niyetli insanların emellerine ulaşmak için de kullanılabiliyor. Bu durumun örneklerini dünyada ve ülkemizde maalesef gördük ve yaşıyoruz.
Bana göre, ülkemizin dünyada gelişmişlik endekslerinde üst sıralarda olmasının tek bir yolu var o da Türkiye'nin kendi markasını yaratması gerekiyor. Ancak bu sayede dünyada hem ekonomik olarak hem de demokrasisi gelişmiş ülkeler sıralamalarında üst sıralarda yer alırız. Yaratılan markalar dünya çapında satılır hale geldiğinde; ülkemizde yaşayan insanların da elde edilen gelirden aldığı pay da artacaktır. Gelir düzeyi artan kişi de elde ettiği geliri ekonomiye sunacak ve bu döngü de aksamadan devam edecektir. Gelir düzeyi artan insanlar da sosyal hayatın içerisine daha fazla girecek ve topluma daha fazla katkılar sunacaktır. Bu da toplumların demokrasilerinin gelişmelerine neden olacaktır.
Son Arçelik reklamında da 'nerede çalışıyorsun' diye özetlenen bu olguyu bu çerçevede de değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Dünyanın her tarafında satılan ve tercih edilen bir markanın çalışanı olmak o insanlar için haklı bir gurur teşkil ediyor. Bu sayede kendisini daha da önemli hissediyor. Arçelik gibi markaların çok olması, bizim ülkemiz insanının da daha refah içerisinde yaşaması anlamına gelmektedir. Bunun için de işletmelerimizin dünyaya açılması ve ihracat ağırlıklı stratejiler geliştirmeleri gerekmektedir.
Tüm bunların olması için çocuklarımızın düşünen, sorgulayan, analitik becerisi yüksek, lisan becerisi gelişmiş, dünyanın geleceğini okuyan ve bu geleceğe yön verecek donanıma sahip bireyler yetiştirmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde dünyada söz sahibi oluruz.