"Özellikle bu geceyi ömründe unutamayacaksın." dedim on altı yaşındaki oğluma.
12 Eylül darbesini bizlerin unutamadığı gibi.
O gece misafir olduğumuz Tokat Reşadiye İlçesi'nde 22.30 sıralarında "Darbe olmuş!" söylentilerine aldırış etmemiştik. Boğaz köprülerinin kapatılmasının olası terör operasyonuna karşı tedbir olduğu kanaatindeydik; ta ki TRT ekranlarında tehditle okunan bildiriye kadar.
Bu geceyi bizden sonraki kuşağa bilmiyorum nasıl anlatacağız.
Henüz yakın zamanda Güneydoğu'da düşen helikopterdeki şehitlerimiz...
Geçtiğimiz günlerde Giresun'da düşen diğer helikopter ve şehitlerimiz...
El yapımı bombalarla şehit edilen askerlerimiz, polislerimiz...
Ülkenin bekası için askerimiz ve polisimizle amansız mücadele verilirken...
Canlı bombalarla yüzlerce insanımız katledilirken...
Güvenlik kuvvetlerimiz hain tuzaklarla şehitlik mertebesine ulaşırlarken...
Ve her gün bir şehidimiz daha olur mu tedirginliğini yaşarken…
15 Temmuz akşamına geldik.
Gelmez olaydık! O gece kimsenin olabilirliğini düşünemediklerini yaşadı bu ülke.
Güneydoğu'da göğsünü mermilere siper ederek vuruşanların yetiştirildiği merkeze yapılan saldırı ve şehit edilen 47 özel harekatçı polislerimiz.
"Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" ilkesiyle kurulan meclisin, ne gariptir ki kendi uçaklarımızla bombalanması. Uluslararası hukuk bile kabul etmezken helikopterlerin kendi insanımıza mermi yağdırıp, tankların üzerlerine sürülmesi.
Tarihte başbakan ve bakanlarını asan utancı silemeyen ülkede, milletin oylarıyla seçtiği cumhurbaşkanına yapılan saldırı. Daha neler…
Bölücü terör örgütü elinden gelse benzer saldırıları yapar mıydı acaba?
Peki, yaşanan bu tabloyu çocuklarımıza nasıl anlatacağız? Üzülmemek elde değil.
Keşke 16 Temmuz sabahı korkunç bir rüya görmüş gibi uyansaydık.
Sağcı-Solcu, Türk-Kürt, Alevi-Sünni…
Millet kendini bölmek isteyenlere fırsat vermedi, vermeyecek.
Güneydoğu'da tankın üzerinde yaralı özel harekatçı polisimizin üzerine kapanarak koruyan askerimiz unutulmadı.
Asker de bizim, polis de bizim...