İlkokulda okurken 'Yerli Malı Haftası' etkinliklerimiz olurdu. Etkinliklerde genelde biz etkinliğe pirinç, mercimek, biraz kumaş parçası gibi ürünler götürürdük. Öğretmenimiz yerli malı kullanımının önemini ve bize sağlayacağı faydaları anlatır, şuur oluşturmaya çalışırdı.

Bizim kuşaktan olanlar hatırlar, bir dönem süttozu dağıttılar bize okullarda. Sözde dost ülkeler bize iyilik yapmıştı. Bu yardımların karşılığında bizim geleceğimizi çaldıklarını seneler geçtikten sonra öğrenebildik. İşte o dönemlerde bizde yeni yeni oluşmaya başlayan yerli malı algısı unutturulmaya başlandı. Derken hatırlanmaz oldu. Devam eden süreçte; yerli malına olan güven azaldı, her alanda ve her üründe yabancıya karşı güven zirve yaptı. Sonuçta bozulan ekonomik sistem, günü kurtarabilmek için yapılan devalüasyonlar, kontrol edilemeyen dış ticaret açıkları, IMF ile yapılan teslimiyet anlaşmaları birbirini izledi.

Ekonomide bu gelişmeler olurken bizi birbirimize düşürmeyi ihmal etmediler. Sağ-sol , Alevi-Sünni derken bizi birbirimize kırdırıp cambaza baktırdılar. Araştırma yeteneğini yitirmiş, analiz edip sonuca odaklanamayan bir yapıya büründürdüler bizi.

20.yüzyılda üye olmak istediğimiz Avrupa Birliği'ne bizi almak bir yana imzaladığımız 'Gümrük Birliği Anlaşması' ile 'Onlar ortak, biz pazar olduk'. 21. yüzyıla geldiğimiz günümüzde bizden sonra müracaat eden ülkeleri bile üye yaparken; bizi eşikte tutup oyalamaya devam ettiler , ediyorlar.

Derken 15 Temmuz gecesi üniter yapımızı, huzurumuzu, birliğimizi, toprak bütünlüğümüzü bozmaya yönelik terörist kalkışma karşısında üç maymunu oynamaya, net bir tavır koymamaya devam ediyorlar. Bosna'da da aynısını yapmışlardı, şaşırmadım açıkçası.

Yazımı hazırladığım sırada Avusturya'nın Viyana Havalimanı'nın bilgilendirme ekranlarında, "Türkiye, 15 yaş altı çocuklarla cinsel ilişkiye izin veriyor" haberi yayınlanıyor. Anlayacağınız kara propaganda, dezenformasyon tam hız devam ediyor.

Geleceğimizi çalabilmek için amansızca mücadele ediyorlar, her yolu deniyorlar, deneyecekler, vazgeçmeyecekler. Çünkü mevcut sistemleri, başka ülke halklarının geleceğini çalabilmek üzerine kurulmuş. Buna da 'Değer Transferi' diyorlar.

Paranın izini sürdüğünüzde, beyin göçü hareketlerini izlediğinizde bu değer transferlerinin nereden nereye olduğunu çok açık görebilirsiniz.

Günümüzde ülkelerin sürdürülebilir gelişimi, refah seviyesini artırabilmesi ve var olabilmesi için, nitelikli insan gücüne, teknolojiye, sürdürülebilir finansman ve enerji yönetimine sahip olması gerekiyor.

Dış ve iç tehditler ile mücadele ederken sadece silahla mücadeleyi değil diğer unsurları da bu sistemin göbeğine yerleştirmeliyiz.

Bu unsurlardan önemli olan bir tanesi de ekonomi.

İçerisinde bulunduğumuz 'Orta Gelir Tuzağı'ndan çıkabilmek, dış ticaretimizi sürdürülebilir bir duruma getirebilmek, gelirimizi yükseltebilmek için katma değeri yüksek, inovasyon içeren ürün üretimine yönelmek durumundayız.

Savunma Sanayii'nde uygulamakta olduğumuz milli teknoloji biriktirmeye yönelik yerlileştirme çalışmalarını ilaç, tıbbi cihaz, ulaşım araçları sektörlerinde de uygulamalıyız. Tıpkı Savunma Sanayii'nde olduğu gibi alım garantili üretim modeliyle.

İşte o zaman 'Orta Gelir Tuzağı'ndan çıkar , okuyan, araştıran ve odaklanabilen bir yapıya ulaşırız. Bitmeyen , bitmeyecek olan oyunda elimizi güçlendiririz.