Ağır abi olma yolunda aldığı buğday suyunun! etkisiyle sendeleyerek yürüyen zat, zoraki çattığı kaşlarıyla giriyor mekana.

Neredeyse her nameyi bir yeşillik almadan okumayan piyanistin yoğun iltifatları ile karşılanıyor ve aldığı bahşiş gereği ilk şarkı kulaklarda;

"Başbuğlar ölmez"

Abinin iki havada, işaret bozkurt.

Konfetiler patlıyor.

Şaşırıyoruz ama yadırgamıyoruz.

Ama o da ne!

Ağır abi ucuz peçeteye sıkıştırdığı yeşillikle ikinci isteği yapıyor:

"Karlı kayın ormanında, yürüyorum geceleyin"

Yine iki el havada.

Biri bozkurt, diğeri buğday suyu.

E ama şimdi şaşırıyoruz.

Bu ne perhiz çelişkisindeyiz.

Hala yadırgamıyoruz.

" Olabilir" bahanesindeyiz.

Yok artık ama!

Üçüncü istek:

"Çırpınırdı Karadeniz" !!

Doğru bildiklerimizin bilmem kaçıncı kez dumura uğramış olmasından olsa gerek; Yooo yine yadırgamıyoruz.

Zevkler ve renkler kabullenişine bağlıyoruz çaresiz.

Hem dün birbirine mermi yakanlar, bugün kol kola değil mi sonuçta.

Neye mi şaşırıyoruz?

Söyleyelim.

Hak, hukuk, emek edebiyatı yapıp sigortasız eleman çalıştırana.

Vatan, millet naraları atıp oğluna çürük raporu alan, bedelli yüzsüzlere.

Canı yananı hainlikle suçlayıp, tabutu tutarak nara atanlara.

Bıyığı kanca bırakıp, çıkar için akrobat olanlara,

Mesai bitimine yarım saat kala işe gelip, helal lokmadan dem vuranlara,

Çanakkale'de şehit anıtı önünde mini etekle zafer işareti yapanlara.

İnançlarını, ülkülerini, devrim anlayışlarını işlerine geldiğince yorumlayıp yaşayanlara

Vicdanımızca şaşırıyoruz...