Malum OHAL ilan edildikten sonra milletçe elele verdik, bütün gücümüzle terörle mücadele ediyoruz. Lakin işimiz kolay değil, zira hem terör örgütleri çok çeşitli hem de teröristleri sokaktaki vatandaşdan ayırt etmek çok zahmetli...

PKK'lısını poşusundan, IŞİD'lisini sakalından ayırıyorsunuz ama bir de post modern teröristler var ki onlar çok iyi kamufle olduklarından tespiti hayli zor oluyor.
Bankaya para yatıran, çocuğunu malum okullara veren, sendikaya üye olan kısım, elde var bir... Onları elinle koymuş gibi buluyorsun. Peki ya çaktırmadan siyasete, ekonomiye, basına, spora filan sızanları nasıl ayırt edeceksin?
Haliyle gelen ihbarlara itibar ediliyor. Ancak orada da sıkıntı var. Çünkü bizim millette çekememezlik çok. İşte güçte, parti içinde, ticarette, medyada birbirini çekemeyen kim varsa ötekini ihbar ediyor. Maksat ucuz yoldan sevmediklerini tasfiye etmek... En kötü ihtimalle itibarını zedelemek...
Hal böyle olunca terörle mücadele etmeye çalışanların işi de güçleşiyor. Ömrü teröristlerle mücadele etmekle geçmiş aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler ihbar üzerine gözaltına alınıyor. Kırk yıllık ülkücüler, sosyal demokratlar ve liberaller bile suçlanabiliyor.
Misal, şimdiki teröristlerin pek makbul olduğu dönemde "imamların öcü" isimli bir kitap yazdığı için başı epeyce ağrıyan Yeniçağ Gazetesi'nin ülkücü kalemi Yavuz Selim Demirağ, ömrünü Turancılığa vakfeden aydınlardan Doç.Dr. Kürşat Zorlu gibi isimler bile bundan nasibini aldı.
Yaygın medyanın "cadı avı" ismini taktığı bu sıkıntılı süreçte, genellikle haksız suçlamalardan aklananlar, kısa sürede temize çıkıyor. Ama bu durum soruşturmaların ciddiyetine gölge düşürür mü, orasını Allah bilir.
***
Hadi, konuyu başka bir yere bağlayalım da gergin gündemi biraz unutalım...
Cadı kelimesi, daha çok Batı kültürünün bir parçası zannedilir. Ortaçağda Enginizasyon mahkemelerinin yaygın olduğu dönemde, İspanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde birçok suçun cadılar tarafından işlendiği var sayılırdı. Bu nedenle asıl suçlular ortada fink atarken; millet köşe bucak cadı avına çıkardı.
Genellikle çirkin, yaşlı, kambur, hasta, fakir zavallı kadınlar cadı olmakla itham edilirler, sonra da enginizasyon mahkemelerinin kararlarıyla cezalandırılırlardı. Bu cezaların en hafifi işkence, en ağırı ise yakılarak öldürülmekti. Zira o dönemde cadıların ancak yanarak öleceklerine, diğer ölümlerde ise hortlayacaklarına inanılırdı.
Asıl kabahatliler yakalanmayınca, hortlayan cadıların suç işlemeye devam ettikleri sanılır, zavallı masumların mezarları açılır, üzerlerine kazık çakılırdı.
Modern çağda cadıların imajı, çizgi film ve diziler ile epeyce yumuşatıldı. Bir zamanların korkulu rüyalarının yerini çalı süpürgelerinde uçan "tatlı cadı" figürü aldı. Hele cadılar bayramı denen etkinlikler sayesinde bambaşka bir şekle büründü.
Nedense tarih boyunca cadı deyince akla hep uçabilen çirkin yaratıklar gelmiş. Batılılar onlara çalı süpürgesini yakıştırırken Fars medeniyeti ve Araplarda cadılar, genellikle uçan halı üzerinde uçmuş. Kuzey Avrupa kültüründeki cadıların ise kanatları varmış.
Peki ya Türk mitolojisindeki cadılar hakkında ne biliyoruz?
Yaşlıların "Cazu" dedikleri Türk cadıları ise ahşap fıçılar üzerinde uçuyormuş.
Hani "küplere binmek" deyimi var ya, o da burdan geliyor muhtemelen.
Karagöz oyunlarında da eskiden fıçıya binmiş cazu karakteri bulunurmuş.
Bizim cazular, sadece çirkin değil, yılan kuyruklu olurmuş.
Çepnilerde "cazu karılar" yakın zamana kadar basbayağı inanılan bir varlıkmış.
Saltıkname'ye bakılırsa, bizim Türk cazuları, kılık değiştirebilen, genellikle bir şatoda ya da dağda kırk kişi halinde yaşayan, şehvet düşkünü, sultanların çocuklarını kaçıran, kötü huylu ve savaşçı yaratıklar imiş.
***
Görüldüğü gibi bizim Türk cazuları, diğer milletlerinkilere göre çok daha melanetmiş. Kim bilir, belki de bugün cadı avlamaya çalışanlar, onun için zorlanıyorlardır. Ne dersiniz?

*****************************

Kuş Cennetimiz UNESCO listesinde...

Büyükşehir Belediyesi, 'Bafra Kızılırmak Kuş Cenneti'ne epey göz nuru akıttı. Daha evvel kaçak avcılar, elini kolunu sallayarak tabiatı katlediyordu buralarda. Kağıt üzerinde sit alanı olduğu halde, kaçak yapılaşma da vardı. Çok sayıda kuş türünün nesli tehlikeye girmişti. Dahası birçok Samsunlu, burada böyle bir değerin olduğunun farkında bile değildi.
Kısa süre içinde; burada çok mesafe kat edildi. Doğal alanların korunması sağlandı ve vahşi hayatın yok edilmesine karşı etkili tedbirler alındı.
Bununla yetinilmedi, gözlem kuleleri ve sosyal tesisler kurularak, bölgenin turizme kazandırılması sağlandı.
Şimdi öğreniyoruz ki ülke genelindeki 10 başka yerle beraber 'Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti' de Unesco'nun kültür varlıkları listesine kabul edilmiş.
Ancak bizimkinin bariz bir ayrıcalığı var: Diğer on yer, ya tarihi eser ya da antik şehir... Bir tek kuş cenneti tabiat varlığı...
Zaman zaman doğayı tahrip etmekle eleştirilen Samsun Büyükşehir Belediyesi yetkililerini, bu başarılı hizmetlerinden dolayı tebrik etmek, haklarını teslim etmek lazım...
Bu arada bir küçük hatırlatma yapmadan geçmeyelim: Bir ara kentimize sembol olarak düşünülen sülün yerine 'Kızılırmak Kuş Cenneti'nin göz bebeği saz horozunu neden düşünmüyoruz?
Sülün dünyanın her yerinde var ama saz horozu, Samsun'un mavi nazar boncuğu gibi...