'Her koyun kendi bacağından asılır; kokusu çevreyi rahatsız eder.' derdi rahmetli babam.
Yaptıklarımızın ne kadarı sadece kendimizi bağlıyor acaba?
Sözün özü, insan olarak sosyal bir varlığız ve beraber yaşıyoruz; hepimizin malum kimliğin yanı sıra, yaşamın doğal getirisi farklı kimliklerimiz de var.
Toplumsal birlikteliklerin oluşturduğu kimliklerden söz ediyorum.
Yani sahiplenilen sosyal sorumlulukların getirisi etiketlerimiz.
Aile bireyine 'Yüzümüzü kara çıkarma!' diye tembihlerimiz.
'Aman okulumuz lekelenmesin!'
Geçtiğimiz yıl eğitim amaçlı Kanada'ya giden kızıma; 'Türkiye Cumhuriyeti' vatandaşı olduğunu ve o kimliğini unutma.' demiştim.
LÖSAM Dernek Yönetim Kurulu üyesiyim, DSİ personeliyim, Samsunluyum.
Bir başkası ODTÜ'lü, İTÜ'lü, OMÜ'lü…
Herkesin aidiyetini kabullendiği kesimlerle organik bağlantıları var.
Hatta buna gönülden bağlılık deniyor ya...
Günümüzde taraftar kimlikleri dahi dillerden düşmüyor.
Bu derece benimsediğimiz kimlikleri taşımanın sorumluluğundan kaçamayız.
Gerçek kimliğimiz her an kurumsal kimliğimizin gölgesindedir. Kurumsal kimliğin kullanılışı bağlı bulunduğu kitlenin de imajını olumlu/olumsuz etkileyebilecektir. Temsil ettiği aile, kurum, dernek, tabiiyeti olduğu ülke her türlü eleştiriden nasibini alabilir.
Hatta kurumsal kimlik, gerçek kimlikten daha özenli kullanılmalı.
Bu kimliğimizin kimi farkında, kimi değil; kimi ağırlığını taşır, kimi de taşıyamaz.
Problem kimliklerin yanlış kullanımının çevreye vereceği tahribattır.
Demem o ki kimse 'Benim özelim var, istediğim gibi hareket ederim.' diyemez. Toplumsal kanaat ve değerlendirmeler bireylerin kurumsal kimlikleriyle ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla bizler unvanını taşıdığımız kurumun itibarını zedeleyecek tavırlardan kaçınmalıyız.
'Efendim, ben kişisel özgürlüğümü kullanıyorum...'
Özgürlüklerin kullanımı çevreyi etkiliyorsa ki -çoğu zaman- etkiliyor, o zaman özgürlüklerin kullanımındaki hassasiyetleri iyi görebilmek gerekiyor.
-------------------------------------------------
Bir devlet kurumunda önemli görevlerde hizmet edip 2005 yılında emekli oldu. Emeklilik sonrası üç ay gibi kısa zamanda üç yakınını kaybetti. 2009 yılında MS hastalığına yakalandı. Ama pes etmedi, hayatta her şey insanlar için dedi ve yoluna devam etti. Sosyal medyada tanıştık kendisiyle ve geçtiğimiz günlerde evinde ziyaret ettik. Hayata tutunmaktan ödün vermeyen, yardımlaşma ve dayanışmanın önemine vurgu yapan, insan olmanın insanî vasıfları yerine getirmekle kazanılacağını söyleyen kişinin hayat okulundaki gözlemlerinden alınacak önemli dersler var.
'Benim de çorbada tuzum olabilir mi?' diyerek bize evini ve gönlünü açarken, kapısının her daim açık olduğunu söyleyen Ekrem ağabeyimize sağlıklı ve uzun ömür diliyor, kendisine çok yönlü katkılarından dolayı teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Hayat paylaşarak anlamlı, bir o kadar da güzel.