Doğruyu, gerçeği görebilmenin yolu çok yönlü bakabilmektir. Karşı karşıya duran iki insanın ortalarına yatay konan aynı rakamı soldaki 6 sağdaki 9 olarak görür. İddialaşmaları nedendir? Tek yanlı bakmaktan elbette. İkisi el ele verse bu rakamı bir de dik koyalım bakalım dese uzlaşmaları mümkün. Kim yapabilir bunu? Çok yönlü düşünen, empati yapabilen tabi. Aydın denir onlara aslında ama uzlaşamayanlar yazık ki aydınlar ülkemizde. Halk arasında birbiri ardından atıp tutanlar, eleştirilere sert tepki gösterenler yani uzlaşamayanlar hakkında çok çeşitli yorumlar olur; taraf, karşı taraf olur insanlar. Olaylar köpürtülür durur. Ne zaman ki taraflar elele tutuşur, halkta da bir rahatlama olur. Yenikapı bunun açık bir örneğiydi. Ancak çok sürmedi. Yine halkın kafasını karıştıran sorular oluyor, çatışmalar, gerginlikler oluyor.

Geçtiğimiz son iki haftadır halk arasından gelen ve belli noktalarda yoğunlaşan konuşmalar, yorumlar sunmuştum göz bebeğimiz siyasetçilerimize. Ciddiye almalarını da temenni etmiştim. Verecekleri cevapları bekledim yazmak üzere. Herhangi bir cevap veren olmadı. Demek ki haklı buluyorlar konuşulanları, açıklama yapma gereği duymadılar. Belki de konuşulanlarla ilgili verecekleri cevaplar kendilerini zora sokabilir kanısına vardılar. Her neyse…

Sayın Cumhurbaşkanı Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşmada bütün dünyaya ders verircesine 'Siyasetçi omurgalı olmalı ve sözünün ardında durabilmeli' dedi. Çok önemli bir söz bu bence. Ancak omurgalı olabilmek de sürekli çok yönlü bakabilerek gerçeği görme yolunda yürüyebilme gücüne bağlıdır. Aksi halde 'Dün dündür bugün bugün…' demek zorunda kalınır. Göz ardı ettiğiniz bir nokta karşınıza çıkınca ayan beyan sözünüz yemek zorunda kalırsınız. Toplumda tarafı ve karşı tarafı olanlara bu anlamda önemli sorum şu:

Kapıldığımız düşünce ya yanlışsa ya bir bit yeniği varsa… diye hiç sordunuz mu kendinize; bir gün sözünüzün ayağınıza dolaşacağını, dün söylediğinizin aksini söylemek zorunda kalacağınızı düşündünüz mü hiç?

Tarık Akan'ı anma etkinliklerini izlerken, bu soruyu bütün konuşmacılara yöneltme ihtiyacı hissettim durdum hep. Niye? Mustafa Kemal Atatürk ile Nazım Hikmet aynı fikirde, aynı ideolojide gibi gösterildi konuşmalarda. Şaşırdım, kaldım. Yatay koyunca 6-9 misali ikisi de devrimci ya! Yalnızca devrimci gözlüğüyle bakıyorlar Atatürk'e!

Nazım, faşizm destekçisi fütürist Marinetti'nin faşizm hariç gelecekçi düşüncelerinden etkilenen Velemir Hlebinikov ve Mayakovski… gibi Rus şairlere kapılmış ve halkı şiddet ve özlediği rejim için isyana çağıran şiirler yazmıştır. Fütürist saldırganlığı ustaca temsil etmiştir adeta. Şiddeti hep hak gibi göstermiştir. 'Bağır bağır bağırıyorum, koşun kurşun eritmeye çağırıyorum… Akın var güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz güneşin zaptı yakın…' sözlerinin etkisiyle sol yumruklar havada şiddeti içselleştirmiş ve o sarmal içinde bugün ülkeye lazım binlerce genci ziyan etmişizdir. Yazık ki Atatürk'ün bu anlayışta olabileceğini düşünebiliyor kendine aydınım diyenler. Bunca devrimi halkı ikna ederek, her zaman Meclis kararlarıyla yürüyen büyük önderi, ihtilalci fütürist sosyalistlerle aynı kefeye koyabiliyorlar. Böyle olunca da tam zıddını söyleyenler çıkıyor tabi ve ardından da çatışma…

Evet Atatürk bir devrimciydi ama milletle elele giderdi. Meclis Kurtuluş Savaşı'nda bile hep açık değil miydi? Fotoğrafları dikey-yatay-dairesel her yandan inceleyerek görmek gerek gerçekleri. Yol budur. Her yönden titiz incelemeler, doğrularda birleştirir ve uzlaşmaya yol açar. Günümüz aydını artık bu yola gelmeli, gerçeği görme yoluna!