En el hak, bizim millet hamasete bayılır. Bu nedenle, ahalimizin tarih anlayışı ecdadımızın başarılarıyla övünmekten ibarettir.
Geçmişimizdeki tatsız olayları ise genellikle hatırlamak istemeyiz. Bu konulardan söz edenlere kızar, biraz uzatana da 'vatan haini, Türk düşmanı, kafir' sıfatlarından birini beğenip alnının ortasına Osmanlı tokadı gibi yapıştırıveririz.
Bu ruh hali, okullarımızdaki ders kitaplarına da yansımıştır: 1299'da başlayıp 1579'a kadar 280 yıl süren Osmanlı'nın kuruluş ve yükseliş dönemleri, neredeyse lise tarih kitaplarının tamamını kaplar. İmparatorluğun 1922'de çökmesine kadar devam eden koskoca 343 yıllık duraklama ve gerileme dönemleri ise aynı tarih kitabının son fasiküllerinde kısa bir özet halinde geçiştirilir.
Oysa Fatih'in İstanbul'u fethi, Yavuz'un halifeliği alması, Kanuni'nin Mohaç zaferi kadar koskoca cihan imparatorluğunu çöküşe sürükleyen vahim olayların da ibret alınması için gençlerimize öğretilmesi gerekir.
Misal, İkinci Dünya Savaşı sonrası neredeyse periyodik askeri darbeler ile karşılaşan ahalinin bir bölümü, bütün kabahati Cumhuriyet rejiminde ve onun kurduğu askeri vesayet sisteminde arıyor. Oysa neredeyse milletimizin tarihi kadar eski bir vaka olan darbeler, bilhassa duraklama ve çöküş döneminde Osmanlı'nın da baş belasıydı.
Sözün gelişi, Sultan Abdülhamit Han'ın darbe ile devrilmesi, meseleye belli bir ideoloji ile bakanlar tarafından anlatılır durur; ama ondan üç asır evvel darbe ile 'hal edilen' Osmanlı sultanı Genç Osman'ın başına gelenleri birçokları bilmez…
Sultan I. Ahmet'in oğlu olarak 1603'te dünyaya gelen ve imparatorluğun kurucusu Osman Gazi'ye atfen ikinci Osman olarak tarihe geçen bu şehzade, aynı zamanda en iyi eğitim almış sultanlardan biriydi. Türkçe dışında, Arapça, Farsça, İtalyanca ve Rumca biliyordu. Edebiyat, tarih ve coğrafya eğitimi almış, kültürlü ve çağına göre son derece donanımlı birisiydi.
Babasının 1617'de genç yaşta vefatının ardından en büyük şehzade sıfatıyla sultan olması bekleniyordu. Ama böyle donanımlı bir ismi tahtta görmek istemeyen yerleşik güçler, onun yerine amcası Mustafa'yı padişah yaptı.
Sultan Ahmet, kendinden önceki Osmanlı padişahlarının aksine kardeşi Mustafa'yı boğdurmamıştı. Bu onun meseleye medeni bakmasından mı kaynaklanıyordu yoksa Mustafa'nın ruh sağlığının bozuk olması nedeniyle ondan bir tehdit mi algılamamıştı bilinmez, kardeşini gözlem altında tutmakla yetinmişti. Ancak beklenmedik biçimde henüz 28 yaşındayken ölünce, eksik akıllı Mustafa bir anda en güçlü padişah alternatifi olmuştu.
Yetersiz bir sultan sayesinde istedikleri gibi at oynatmanın hesabını yapan yerleşik güçler, 'Şehzade Osman henüz on dört yaşındadır, saltanat ailesinin en ulusu Mustafa'dır' savıyla okuma yazması olmayan, ne yaptığını bilmeyecek kadar akıl sağlığı noksan birisini sultan yapıverdiler.
Evdeki hesap çarşıya uymadı tabii. Mustafa, en basit protokol kurallarını yerine getiremediği gibi evlenip çoluk çocuk yapacak durumda değildi. Kendisinden sonra tahtta oturacak bir şehzadesi olamayacağı endişesiyle azledilip sadece 97 gün sonra II. Osman, padişah ilan edildi.
Toyluk dönemi sayabileceğimiz ilk iki senesinde o da çevresini saran bir hayli yetersiz kimselerin tesirinde kaldı. Bir yaş küçük kardeşi Şehzade Mehmet'i boğdurttu, ardından da Eflak'ın iç işlerine müdahale ettiğinden şüphelenilen Lehistan'a hiçbir diplomasi kanalını zorlamadan zamansız biçimde savaş ilan etti. Eski gücü ve disiplininden uzak ordu, bozuk kamu maliyesi ve nizamına aldırmadan 1621 yılı mayıs ortalarında sefer için yollara düştü. Lehistan sınırına vardığında aylardan eylüldü. Çatışmalar bir ay sürdü. Her iki taraf da önemli kayıplar verdi. Ancak bir netice oluşmayınca ve kış kapıya dayanınca, ateşkes ilan edilerek çatışmalara son verildi. Genç Sultan, Lehistan'ı baştanbaşa çiğneyip Baltık Denizi'ne varma hayalini gerçekleştiremedi; bunun yerine Lehlerin ve Osmanlıların zayıf düşmesi sonucu Rusların bölgede güçlenmesinin önü açılmış oldu.
II. Osman, sanki bir zafer kazanmış gibi şenliklerle İstanbul'a girse de aslında gerçekleri en iyi o görmüştü. Etrafındakiler kifayetsizdi. Osmanlı kamu düzeni bozulmuştu. Ordu, eski güç ve disiplininden çok uzaklaşmıştı. Avrupa ülkeleri, teknolojik açıdan gelişirken Osmanlı İmparatorluğu yoz ve yobaz bir idari kültüre teslim olmuştu.
Teşhisi koyan Genç Sultan, acil reformlar yapmaya karar verdi. Ama ona yardımcı olacak tecrübeli ve iyi niyetli devlet adamları yoktu. Kendi başına bazı yollar aramaya başladı.
İlk reformu, Şeyhülislamın kızını kendisine nikahlayarak yaptı. Oysa padişahların cariye ve eşlerine nikah kıyması rastlanan bir uygulama değildi. Sonra İstanbul'daki meyhaneleri kapattırdı. Maksadı, içkiyle hemhal olan Yeniçeri ağalarını tasfiye etmekti. Yasağa uymayan yeniçeri ağalarını rütbelerine aldırmadan boğdurup denize attı. Yine sarhoş yakalanan bazı zenginlere gemilerde ve taş ocaklarında çalışma cezaları verdi. Protokolü hafifletti. Saray personelinin kıyafetlerini sadeleştirdi, tasarrufa zorladı. İlmiye sınıfındakilerin maaşlarını kesti. Zira din adamları ve ilimle uğraşanların esasında bu işlerden çok uzak, kifayetsiz kişiler olduğunu biliyordu.
Lakin asıl hedefi çok daha büyüktü. Hacca gitmek niyetiyle yola çıkıp Anadolu, Suriye ve Mısır'dan asker toplayacaktı. Ağırlıklı olarak Türkmenlerden oluşması öngörülen bu ordu ile İstanbul'a yürüyüp Yeniçeri ocağını dağıtacaktı. İmparatorluğu yeni baştan silkelemek için başkenti eskisi gibi Bursa'ya taşımak istiyordu. Bugünkü deyimle imparatorluğu resetleyip kurucu ayarlarına geri dönecekti.
Ancak bu gizli niyetlerini paylaştığı adamlar güvenilir değildi. Hac için hazırlıklarını bitirmek üzereyken isyan patladı. İstanbul'daki yerleşik düzen, sultanın hacca gitmemesi ve ona akıl verdiğini zannettikleri kişilerin katli talepleriyle ayaklandı. Önüne gelen uzlaşma mektubunu yırtıp atarak meydan okumaya kalktı. Ancak bu durum isyancıları daha da kızdırdı. Üç gün kadar süren kanlı ayaklanmada II. Osman, kısa sürede kontrolü kaçırdı. Onu koruyacak hiçbir güç yoktu. Yakalandı. Halkın içinden aşağılanarak geçirildikten sonra zindana atıldı ve orada boğularak 'hal edildi.'
İsyancıların alternatifi de hazırdı: Henüz üç dört sene evvel doksan yedi gün içinde azledilen 'deli Mustafa' yeniden padişah olacaktı.
Tarihe 'Genç Osman vakası' olarak geçen bu durum, Osmanlı İmparatorluğu'nun durup dururken çökmediğini, devlet nizamının nasıl bozulduğunu, kamu otoritesinin ne kadar dağıldığını, koskoca imparatorluğun deli bir padişahla çocuk yaştaki bir diğeri arasında seçeneksiz bırakıldığını kanıtlar.
Tarihte faraziyelerin yeri pek yoktur. Eğer Genç Osman, hayallerini yerine getirebilecek güçlü ve vatanperver devlet adamları bulsaydı; Batı dünyasındaki hızlı gelişme sürecini eteğinden tutacak reformları gerçekleştirseydi ne olurdu bilinmez. Lakin bugünkü gençlerimizin milli tarihlerini doğru bilmeye, ecdadın muhteşem başarıları kadar hata ve noksanlarını da öğrenmeye hakları olmalı…
Genç Osman'ın başına gelenler, Abdülhamit ve Menderes'in başına gelenler kadar bilinmesi, faydalanılması gereken acı tecrübelerdir.
Unutulmamalıdır ki tarihi öğrenirken ders alır, öğrendikten sonra da ders çıkarırsınız.