Dünya tarihinin gördüğü en kalleş savaşlar, Ortadoğu'da yaşanagelmiştir. Çöl sıcağında dökülen kan, ekseri kardeşin kardeşi vurmasıyla akar durur, bu coğrafyada. Osmanlı Türklerinin bölgeye büyük ölçüde hakim olduğu dört yüz senelik görece sakin dönem hariç, binlerce senedir böyle gelmiş, böyle gitmektedir.

Dün böyleydi, bugün de değişen pek bir şey yok… Komşularımız Irak ve Suriye'de yaşanan kirli kardeş kavgasının ateşi, zaman zaman bize de sıçrıyor. Yangını söndürmek için adeta bir itfaiyeci titizliği ile bölgeye girdiğimiz halde şehitler veriyoruz, ekonomimiz ve sosyal yaşamımız ister istemez darbe alıyor.

Gazetelerde, televizyonlarda görüyoruz:'IŞİD (Artık DAEŞ diyoruz) şuralarda hakim, Esed güçleri buralarda, PKK bilmem nerede, Barzani burnumuzun dibinde, El Nusra şu yanda, Şiiler bu yanda' derken hepimizin kafası karışıyor. Amerika'nın esas amacı ne Ruslar neden bu kadar ısrarcı, İran kimi destekliyor, AB ülkeleri, koalisyon güçleri, İsrail, Çin, neredeyse bütün dünya burada, bir şeylerin peşinde… Silahı ve finansmanı sağlayan yabancı güçler, sahada Müslümanların birbirini kırmasını seyrediyor. İşler istediği gibi gitmezse uçaklarını gönderip bombardıman yapıyor, savaşa istedikleri gibi bir şekil verinceye kadar müdahale ediyorlar. Neticede Tük, Kürt, Arap, Sünni, Şii, Alevi derken hep Müslüman kanı dökülüyor. İslam coğrafyası ve medeniyeti yakılıp yıkılıyor. Zaman geçtikçe eski ve yeni düşmanlıklar harlanıyor. Akıl yerini husumete ve intikam hırslarına bırakıyor.

Peki bu hengamenin gerçek nedeni ne? Üzerine iki üç küçük çizik attığım yandaki Doğu Akdeniz haritası, bana göre her şeyi anlatmaya yetiyor:

Üzerinde (p) harfi bulunan bölgeler, dünyanın çapında önemli petrol yatakları: Irak'ın kuzeyinde Kerkük – Musul bölgesi… Suriye'de ise Rakka ve civarı…

Akdeniz'in doğusunda Mısır açıklarından bizim Hatay'ımıza kadar boylu boyunca uzanan sahada ise yeni doğalgaz yatakları bulundu. Benim (dg) diye işaretlediğim bu yataklar, bölgedeki Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye'nin yanı sıra Kıbrıs adasının jeopolitik hassasiyetini daha da artırıyor.

Doğalgaz konusunda Rusya'ya bağımlı yaşamak istemeyen Avrupa Birliği, Doğu Akdeniz'deki cevheri çıkarıp Kıbrıs, Girit ve Yunanistan üzerinden bir boru hattı ile Batıya götürmenin hesapları içinde. Musul ve Rakka petrolleri de Irak ile Suriye'nin kuzeyinden geçen bir boru hattıyla Akdeniz'e ulaştırılmak isteniyor.

Petrol hattını elde tutmak için kendi güdümlerinde uyduruk bir Kürt devleti kurdurmak isteyen Batılı emperyalistler, doğalgaz hattının musluğu konumundaki Kıbrıs adasından da bizi çıkartmanın hesaplarını yapıyor.

Ruslar ise kendi petrol ve doğalgaz yataklarının alternatifi konumundaki bu zenginlikleri Batının hegemonyasına bırakmak niyetinde değil. Bir yandan Suriye rejimini destekleyip Doğu Akdeniz'de, tam müstakbel petrol boru hattının denize açıldığı yerde büyük bir askeri üs bulunduruyorlar. Öte yandan Türkiye ile ilişkilerini belli ölçüde geliştirerek ABD ve AB baskısına karşı yardımcı olmaya çalışıyorlar.

Bölgenin diğer iki aktörü İran ve Suudi Arabistan'ın ise Arap coğrafyasını kağıt gibi yırtan, geleneksel Şii – Sünni itilafı üzerinden bölgedeki etki sahalarını geliştirme niyetinde…

Peki, biz ne yapıyoruz? Meseleyi erken dönemde doğru okuyamadığımız için Amerikan güdümlü birtakım aksiyonlara girdik. İçte 'çözüm süreci' denen oyuna düşüp PKK'nın güçlenmesine sebep olduk. Esed rejimini yıkabilmek için çaba gösterirken Ruslarla bozuştuk, uçaklarını düşürecek noktaya geldik.

Lakin zamanla hem tehlikeyi hem de fırsatları görüp buna göre tavır değiştirme yoluna gittik. Çözüm süreci bitti, PKK ile mücadeleye başlandı. Ruslar ile tedricen ilişkileri düzelttik, Suriye ve Irak'taki askeri varlığımızı artırdık. Halep – Musul eksenindeki misak-ı milli hedeflerini hatırladık. Meseleyi tam olarak çözmeden askıda bırakan Lozan Anlaşmasındaki küçük gediklerden sızmanın yollarını aramaya koyulduk. Elbette bu durum, ABD ve AB ülkelerinin hiç hoşuna gitmiyor. Kıbrıs'taki varlığımız yetmezmiş gibi Kürt petrol koridoru hedefini Telafer – Musul ve Cerablus – Halep arasında kesmemiz büyük bir emperyalist oyunu bozuyor.

'Bundan sonra ne olur?' derseniz… Birkaç parametreye bağlı… Eğer Ruslar üzerinden Tahran, Bağdat ve Şam'daki Şii – Nusayri rejimler ile anlaşabilirsek, ABD'de seçilecek yeni başkana da ortak çıkarlara dayanan bir menfaat haritası sunabilirsek güçlenerek, belki de genişleyerek çıkarız bu işin içinden.

Eğer bu dengeleri kurmayı başaramazsak, bölgedeki savaş, korkarım Türkiye'ye sıçrar… Bizi istikrarsızlaştırmak isteyen güçler, hem terör kartını hem de ekonomik zafiyetlerimizi kullanarak, bizi iddialarımızdan vazgeçecek noktalara sürüklemeye çalışır. Milletçe hem yoksullaşır hem de enerji kaybederiz.

Mutlak milli birlik gerektiren bir döneme girdik. Kişisel hırsları, partizanlığı, kutuplaşmayı bir yana bırakmak zorundayız. Dilerim yeniden ısıtılan 'başkanlık' tartışmaları, milli birlik havasına kibrit suyu dökecek bir şekle bürünmez. Halkın oyları ile seçilen 'Partili Cumhurbaşkanı' modeli üzerinden parlamenter rejimin ıslahına dayanacak partiler üstü bir uzlaşma, Ortadoğu'daki kavgada bizi güçlendirecektir.

ÇARŞAMBA'DAKİ FAKÜLTELER MESELESİ

Son haftalarda Çarşamba'daki hukuk ve iletişim fakültelerinin Samsun merkezine taşınması doğrultusunda bir kulis yürütülüyor. Öğrencilerin de büyük destek verdiği bu girişim, Çarşambalılar arasında tabii olarak hoş karşılanmıyor.

Geçen yıl, Çarşamba Kitap Fuarı'nda imza günüm vardı. Şehir dışından davet edilmiş birkaç yazar arkadaşla beraber imza standına oturduğumuzda, hayal kırıklığına uğradık. Hafta sonu olmasına rağmen kitap fuarındaki ziyaretçi sayısı, yayınevi çalışanlarından daha azdı! Gelenler de ekseri çocuklarına öğretmenlerinin sipariş ettiği okul kitaplarını arıyordu. Yazarların stantlarına uğrayan sadece birkaç kişi vardı, onlar da hukuk ve iletişim fakültesinde okuyan gençlerdi.

Bana kitap imzalatan genç bir hanım kızımız, şaşkınlığımızı fark etmiş olacak ki, 'Biz bu durumu her an yaşıyoruz.' dedi. İletişim fakültesi öğrencisiymiş. 'İlçede kişisel gayretlerle yaşatılmaya çalışılan bir iki yerel gazete dışında herhangi bir iletişim aracı yok… Kitabevleri yetersiz… Sosyal alanlar ve aktiviteler eksik… Sadece öğrenciler değil akademik personel de şikayetçi ve benzer rahatsızlıklar hukuk fakültesinde de yaşanıyor…' diye vaziyeti özetlemişti.

Elbette Çarşamba'daki fakülteler taşınmasın… Bu fakülteler, ilçenin entelektüel yaşamına ve ekonomisine can suyu veriyor. Hatta sayıları da artsın, iç mimarlık gibi, güzel sanatlar gibi yeni fakülteler de açılsın. Mümkünse Çarşamba'da bir Yeşilırmak Üniversitesi oluşturulsun. Kendi içinde gelişen bir akademik kampüs hayatı teşekkül etsin. İlçede sosyal donatılar, sinema salonları, yurtlar, kitabevleri gibi üniversite öğrencilerine yönelik tesisler zenginleştirilsin. Öğrencilerin ulaşım sorunlarına uygun ve efektif çözümler bulunsun. Akademisyen ve öğrenci temsilcileri ile görüşülerek Çarşamba'daki noksanlıklar doğru tespit edilsin, hızlı çözüm üretilsin. Hatta hukuk fakültesini cazip kılmak için bazı özel ihtisas mahkemeleri burada görülsün, adliye tesisleri geliştirilsin. İletişim fakültesinin kendi radyo – TV kanalını kurması, kendi ticari gazetesini çıkarması teşvik edilsin.

Aksi halde bu fakültelerin yeterince gelişip ilçeye hakikaten katkı sağlamaları çok uzun yıllar alacak gibi görünüyor.