Irak'ta IŞİD'de karşı girişilen savaşta çok sayıda ülke yer almış olmasına karşılık, Irak merkezi hükümeti, Türkiye'nin bu savaşta ve özellikle kara harekatında bulunmasını arzu etmemiştir. Barzani bile Irak merkezi hükümetini işaret etmiştir. Irak, çok güçlü bir devlet olduğu için bu savaşta yer alanlar Irak merkezi hükümetinden izin mi almışlar? Bir izin alamayan Türkiye kalmıştır. Dünyanın jandarması olarak her istediğini dikte ettirerek yaptıran ABD, burada da kuklalarına istediğini yaptırmaktadır. 30 Ekim 1918 tarihinde; Limni Adasının Mondros limanındaki, Agamemnon zırhlısında imzalanan, Mondros Ateşkes anlaşması ile fiilen Osmanlı Devleti tarihin sayfalarına gömülmüştür. Yalnız bu antlaşmanın imzalandığı tarihteki, Osmanlı ordularının bulunduğu yerler Misak-ı Milliye mehaz olmaktadır. Bununla ilgili olarak, Erzurum ve Sivas kongrelerinde vurgulandığı gibi, M. Kemal Paşanın ısrarı ile,28 Ocak 1920 tarihinde son Osmanlı Meclisi Mebusanının kabul ettiği asgari şartlar da bu sınırlardır. Esas olarak Birinci Dünya Savaşı'nın bitimi ile birlikte, sadece Osmanlı değil tüm mağlup olan ülkelerde aynı anlayış içinde sınırları kabul edilmiş idi. Yalnız, itilaf devletlerinin lüzumlu gördükleri yerleri işgale başlamaları ile buna uyulduğunu görmüyoruz. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Anadolu kurtuluş hareketinin manifestosu da bunun üzerine inşa edilmiştir. Mondros Ateşkes anlaşmasından sonra, Ortadoğu'ya yerleşen Fransız ve İngilizler; İskenderun'un Güneyinden, Cerablus, Musul, Kerkük ve Telafer'i içine alan, Misak-ı milli sınırlarını hep görmezden gelmişlerdir. Esas olarak bu işin temelinde yatan husus tamamen güce bağlıdır. Lozan'da sonuçlanamayan bu yerlerle ilgili olarak yapılması gereken toplantılar ise, İngilizlerin ve Fransızların engellemesi ile yapılamamıştır. Cumhuriyetin ilanın ilk yıllarında, Güney Doğu Anadolu bölgesindeki Şeyh Said ayaklanması, diğer ayaklanmalar ve Dersim ayaklanmalarını temelinde İngilizlerin Misak-ı Milli ile kazandığımız haklarımızı örtmek için yapılmıştır. Çok büyük bir ihtimaldir ki, bu hakların gündeme gelmemesi, kurulması düşünülen Kürt devletinin Türkiye tarafından engellenmemesi içindir.

Ortadoğu'yu parçalamak isteyen güçler, burada demokratik, üniter devletler istememekte ve bunun mücadelesini vermektedir. Türkiye hariç buradaki ülkeler gerek anlayış ve yapısal olarak da, müstevlilerin emirlerine amadedir. Daha önceleri de üzerinde durduğum gibi, milli kimlikleri gelişmemiş ve devlet olmanın özelliklerini taşımayan bu halklara, istenilen yaptırılabilir. Tüm bunlar bir tarafa, çok küçük çıkarlar için birbirlerini katletmede bir an bile tereddüt etmezler. Gerek etnik ve gerekse mezhepsel olarak öyle parçalanmış halklar halinde bulunmaktadırlar ki, doğrunun ne olduğunu anlayamamaktadırlar. Bunun yanında, özellikle İran'ın etkisi ile buradaki, ağırlık Şiiliğe doğru kaymaktadır. Bu anlayışın ortaya koyduğu, Haşdi Şabi, Musul'un IŞİD'den kurtarılmasında en ön safta yer aldırılmamaktadır. Burada korkulan husus ise, Şii mezhep anlayışının İslam inancının önüne geçerek, Haçlılarla yapılacak ittifaklarla birlikte büyük kıyımların ortaya çıkma ihtimalinin büyük olmasındandır.

Kısaca özetleyecek olur isek, Musul, Kerkük ve Telafer'de, Türkiye'nin kadim haklarının bulunuşu; büyük, üniter devlet oluşu, parlamenter bir cumhuriyet ile idare edilişi; maalesef başta ABD olmak üzere, Batının hoşuna gitmemektedir. Batı, kendileri demokratik devlet olmalarına karşın, az gelişmiş ülkelerde demokrasiyi sevmez. Selamlarımla