Son yıllarda belirginleşen küresel talepte daralma beraberinde arz fazlasını ve arz talep dengesizliğini getiriyor.

Bu gelişmelere pozisyon almak isteyen firmalar ise çoğunlukla şirket satın almaları ve şirket evlilikleri yapıyor.

İlk etapta doğru bir hamle gibi gözükse de orta ve uzun vadede birçok riski beraberinde getiren bu uygulamalar sonucunda en çok etkilenen kesim çalışanlar oluyor.

Dell, 2014 yılında 1.700 çalışanını işten çıkardı. Nokia’yı satın alan Microsoft’un 18.000 çalışanı ile yollarını ayıracağı ekonomi kulislerinde yazılıp çiziliyor. Sony 2015 Mart’a kadar 5000 çalışanını işten çıkaracağını açıkladı. IBM küresel olarak 13,000 kişilik iş gücü azaltmasına şubat ayında başladı.

Benzer uygulamaları ülkemizde en çok otomotiv ve finans sektöründe görüyoruz. Otomotive gelen talebin düşmesi durumunda, finans kuruluşlarının politika değişikliklerinde toplu işten çıkarma uygulamalarına sıkça başvurdukları hepimizin bildiği bir gerçek.

2001 krizinde işe gittiklerinde turnikeden geçemeyince işten çıkarıldığını öğrenen çalışanlarımızı ise unutmamak gerek.

Pek çok kriterle formüle edilen ekonominin seyri, sürekli değişkenlik arz ediyor. Küresel ekonomi platformlarında bu değişkenlikleri öngörebilenlerin kazandığı söylense de aslında değişkenleri değiştirebilenlerin kazandığı bir dünyadayız.

Jeopolitik risk, finansal risk, enerji riski vb. risklerle bombardıman altına alınan ekonominin gidişatında gözden kaçırılan, pek açık edilmeyen etkiler kazananları ve kaybedenleri belirliyor.

Kazananlardan olabilmek için teknoloji, finansman ve yetişmiş insan kaynaklarına sahip olabilmek başlıca unsurlar.

Doğru strateji, yerinde uygulamalar ve dinamik bir yapı ise kaçınılmaz.

Neden bunları hatırlattığıma gelince 2014 Mart Yerel Seçimleri, Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 2015 yılında yapılması planlanan genel seçimler nedeniyle ekonomi üzerindeki konsantrasyonumuz azaldı. Uluslararası kredi değerlendirme kuruluşlarının ucu açık değerlendirmeleri de sürece eklenince bir belirsizlik havası oluşmaya başladı. Oysa ülke olarak ‘Orta Gelir Tuzağı’ndan çıkmaya yoğunlaşmak durumundayız.
İthal ikâmesi yaratacak, katma değeri yüksek, rekabet edebilir ürün/hizmetler üretmeye çalışmalıyız.

İletişimin artmasıyla birlikte birçok ürün ve hizmetin maliyet/satış fiyatlarının rahatça sorgulandığı, kârlılıkların önemli ölçüde azaldığı, ürün ve hizmete erişimin önündeki kısıtların kalktığı ülkemizde mevcut sektörlerimizi inovatif ve rekabet edebilir yapıya ulaştırmamız gerekiyor.

Getiremezsek tuzaktan çıkmamız çok zor, belki imkânsız.