Şu anda ülkemizin gündeminde, Cumhurbaşkanlığı ve buna bağlı olarak anayasa değişikliği bulunmaktadır. Ülkemizin çok partili sisteme geçişinin başlangıç tarihinden bu yana, demokrasimizin kat ettiği aşamalar ve kesintiler gördüm, içinde yaşadım ve bunları çok iyi biliyorum. Bunlara ilave olarak birçok da kitap okuyarak, sahnedeki olayların yanında, perde arkasını da öğrenmeye çalıştım. Demokrasilerde esas olan bireysellik ve bireyin hakları en önde gelmekte ve alınan kararlarda da bir konsensüs olması arzu edilir. Birçok yazarın, 'demokrasilerde, çoğunluğun hakları kadar azınlığın hakları da korunmalı', sözü çok önemlidir. Magna Carta (15 Temmuz, 1215)'te asillerden bazı hakları elde eden halklar, o tarihten bu yana bu mücadeleyi vermişlerdir. Yalnız günümüzdeki demokrasilerde, belirli bir gruptan veya asillerden hak elde etme yerine, bireylerin hak ve özgürlükleri ile bunun tabana kadar yayılması üzerinde durulmaktadır. Demokraside esas olan bireyin haklarıdır.

Bizim demokrasimizin en büyük eksikliği, milletvekili veya belediye başkanlarının adaylıkları ait oldukları parti lideri tarafından ortaya konulmaktadır. Bu hususu, birçok iktidar partisine mensup milletvekili, muhalefet partisi milletvekilleri ile tartıştım. Cumhurun etkin olmadığı tercih listelerinin demokrasiye uygun düşmeyeceğini hep söyledim. Bütün kalbimle şuna inanıyorum ki, Türk milleti, milletvekili adaylık listelerini çok da mükemmelen düzenleyeceklerdir. Bana göre, bunun böyle olmaması, demokrasinin geçek sahibi olan, insanımızı küçük görmek değil midir? Bunun yanında, milletin intihabı ile seçilen milletvekili adayları, kendini seçen parti başkanına değil, kendini seçen, seçmenine karşı medyun-i şükran olacaktır. Parti başkanının seçtiği milletvekilleri, sadece ülkemizde değil, dünyanın neresinde olursa olsun, kendini seçen başkana karşı fikir beyan edemezler. Bu hususta, en önemli örnek ise, Watergate skandalı ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Richard Nixon'ın istifa ederek görevden ayrılmasıdır. İşin garip tarafı ise, Bu skandalda soruşturmayı yapması için, Başsavcı A. Cox'a görevi veren Adalet Bakanı E. Richardson'da Nixon ile aynı partidendi. Bu olayların cereyan ettiği tarihlerde ben ABD'de tahsilde idim. ABD'de böyle bir skandalın, üzeri kapatılamadı ve başsavcı görevinde kalmaya devam etmiştir. Başsavcının görevden alınmasını, Nixon, adalet bakanına teklif etmiştir. Bakan kazara bunu yapsa idi siyasi kariyeri yerle bir olurdu. Şunu açık olarak belirtmek gerekir ki, Amerikan halkı, bizim halkımızdan daha namuslu da değildir. Orada, bireylerin çıkarları ile devletin çıkarları aynı yöndedir.

Seçmenin intihabı ile milletvekili seçilenler, seçmenine şükran duyacaktır. Millet meclisinde oy kullanırken seçmeninin çıkarlarını en önde tutacaklardır. Ülkenin idaresinde kendi partisinin yandaşlarına değil, işi en iyi şekilde yapana verecektir. Bakan olduğu zaman da müsteşar, genel müdür, müdür ve elemanların atanmasında aynı ilke içinde hareket edecektir. Buna göre demokrasimiz için öncelikle, siyasi partiler kanunu ve seçim kanununda yukarıda üzerinde durduğum değişiklikler yapılmalıdır. Daha sonra; parlamenter demokrasi mi? Yoksa başkanlık sistemi mi? Gelecektir buna karar verilir. Eğer başkanlık isteniyor ise, bunun ne şekilde olacağı da tartışılır. Eğer, milletvekili adaylarının belirlenmesi ve sıraya konulması halk tarafından yapılacak olur ise, milletvekilleri ayakları üzerine tam olarak basabilecektir. Böylelikle demokrasimiz koşar adımla zirveye tırmanacaktır. Saygılarımla.