Memlekette
meydanın
boş olduğunu
sanan
birkaç çakal,
karanlıkta uluyarak
rahatsızlık
vereceğini sanıyor...
Karakterlerinde
var olan
sahtekarlığı
ulumayla
yansıtan
bu çakal takımı,
milleti kör,
alemi şaşı
zannediyor galiba...
Hayatları
leşçilikle
geçen
bu çakal takımı
unutmasın ki,
ormanda
bile bir hukuk var...
Uzatmayayım;
"Üç çakal" adlı
öykümle
baş başa bırakayım sizleri...



Yaşadıkları
bölgede
ne kadar
küçük tavuk ve ördek varsa
katliam yapar gibi
saldıran
çakallar; birkaç ay
sonra kış bastırınca
açlık sıkıntısı
çekmeye
başladı. Köylere
inmek riskliydi. Köylüler,
tüfekle nöbetteydi.
O gece, karanlık çöktüğünde
kimi çalılık kimi de
ağaç kovuğundan
çıktı. Av vakti gelmişti.
İçlerinden üçü, çaktırmadan
sürüden ayrılıp,
geri döndü.

Yavruyken
beton çukura düştüğü
için başından sakatlanan
ve lakabı
"Çatlak"olan çakal,
sinsi sinsi gülmeye
başladığında;
bir köylü tarafından
kuyruğundan
vurulduğu için
arkadaşları arasında adı "Kuyruksuz"a
çıkanı,
"Planı iyi yaptım ama"
diyerek, ulumaya başladı.
Hasta olduğu için
pek ava çıkamayan
bu yüzden de
lakabı "Çürük"
olan çakal,
ikisinin getirdiği
leşlerle hayatını
idame ettirdiği
için onlara tabiydi.

Çatlak, "Birazdan şenlik var"
dedi. Kuyruksuz,
çakalları, hayvanları için
tüfekle nöbet tutan
köylülerin
bulunduğu bölgeye
yönlendirmişti.
İkisi sevinirken, Çürük
bir şey anlamamıştı ama
nedenini de sormadı. Nasılsa o
önüne konulanı yiyordu.

Bir süre sonra karşı köyden
tüfek sesleri geldi. Çakallar da
uluyordu... Üçü de
yeniden gizlendikleri
yerlere döndü. Çürük titriyordu. O akşama kadar
hiç böyle bir tüfek sesi duymamıştı. Bu ses
ormanda yankılandıkça;
adeta kulakları yırtıyordu.
Kuyruksuz ve Çatlak, onun aksine sakindi.
Tepkisiz kalmaları, Çürük'ü şüphelendiriyordu. Tüfek sesleri kesildikten
bir süre sonra
Kuyruksuz ve Çatlak,
çakalları yönlendirdikleri
yere adeta uçar gibi koştu.
Öyle neşeliydiler ki,
şarkı söyler gibi
uluyorlardı. Köy girişine
geldiklerine ortalık kan gölüydü.
Çakallardan kurtulan
olmamıştı. Kuyruksuz ile Çatlak,
hem işe koyuldu ve leşleri parçaladı. Birkaç leşi de
bulundukları bölgeye sürükleyerek
getirdi. Çürük,
çok aç olmasına rağmen
onların getirdiği leşlere
dokunmadı. İkisi de
arkadaşlarını bile bile
ölüme göndermişti. Onlar
iştahla karınlarını doyururken,
Çürük, sessizce ayrıldı. Onun
gidişini fark etmemişlerdi.

Çürük Çakal, hastalıklı
haliyle ne kadar koştuğunu
bilmedi. Sabahın ilk ışıklarında
kendini bir derenin
kenarında buldu. Su içmek
için eğildiğinde, iri bir
kurdun gölgesini derede gördü. Yüreği yerinden çıkacak gibi oldu. Ancak,
kaçacak gücü
yoktu. Kurt, "Neden kaçmadın?" diye sordu. O da çok yorgun olduğunu
belirtip, başından geçenleri anlattı. Kurdun merhamet duyguları
yükselmişti. "Hayatını bağışlıyorum"
diyerek, asaletine uygun davranış gösterdi ve oradan ayrıldı.

Çürük, çaresizlik içinde
yiyecek ararken;
Çatlak ve Kuyruksuz
karşısına çıktı. Ağızları ve vücutları
kan içindeydi. Çürük'le alay ettiler. Gülüyorlardı. O sırada
derede gördüğü kurt, ikisinin arkasındaydı. Kurt; pençe darbeleriyle
zaten bitkin olan iki çakalı orada boğdu.
Çürük Çakal,
korkmuştu. Kurt, Çürük'e severcesine pençesiyle dokundu. Çürük ürktü. "Korkma" dedi
Kurt, "Çakalları hiç sevmem"...
Çürük, "Ama ben de" diyecek oldu. Kurt, "Senin kuyruğunda bunlardaki gibi koku yok" dedi.
Çürük pek bir şey anlamamıştı ama
annesinden
duyduğu şeyi hatırladı. Babası bir köpekti. O yüzden diğerlerinden
farklıydı.



Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...