Ortalama bir Türk milliyetçisinin ezbere bildiği bir sözdür, Orhun yazıtlarındaki 'Üstte gök bas(t)masa, altta yer delinmese; Türk milleti, (senin) ilini, töreni kim bozabilir?' ifadesi…

Burada hiç kuşkusuz derin bir özgüven vardır… Lakin tersinden okunduğunda, Türk milleti için tehlikenin 'il ve töre' yani 'yurt ve gelenek' bozulması olduğuna vurgu yapılmaktadır ki bu husus her nedense, genellikle gözlerden kaçmaktadır.

Esasında Orhun yazıtlarını biraz teferruatlı araştırdığımızda Türk milletinin o yıllarda da ilişki içinde olduğu komşu milletlerin kültüründen fazlasıyla etkilendiğini öğreniyoruz.

Kül Tigin Anıtının güney yüzünde 'Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin!' diye yazmasını başka nasıl yorumlayabiliriz?

Kim bilir belki asırlar evvel, atalarımızın arasından birileri şapkalarından değil ama börklerinden 'Türk – Çin sentezi' diye bir icat çıkarmışlardı…

İlerleyen yüzyıllarda, İslamiyetin kabulünden sonra ilk Türkçe eser olarak bilinen Kutadgu Bilig'de bu defa Türklerin geleneksel Ortaasya Türk kültüründen İran – İslam etkisine geçişinin izlerini buluruz. Orhun Yazıtlarında 'Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış' denirken Kutadgu Bilig'de Yusuf Has Hacip'in 'yerin, kökni yaratgan' ifadesi ile 'Yeri, göğü yaradan' biçimindeki Kur'ani dili kullandığı görülür.

Esasında İslama geçiş sürecinin bir Araplaşma biçiminde yaşanmadığına dair önemli deliller içerir Yusuf Has Hacib'in eseri… Kök Türk ve Oğuz kültüründen, özgün Türkçeden izler hakimdir Kutadgu Bilig'in diline… Lakin İslamiyetin ve baskın Fars kültürünün dönemin Türk medeniyetine nasıl tesir ettiğine de bizzat bu eser kanıt gösterilebilir.

Bir sonraki dönemde ciddi bir devlet yapılanması oluşturan Selçukluların Anadolu kolunun Bizans ve Arap kültürü ile etkileşimleri olduğuna şüphe yoktur. Ancak, ardı ardına gelen Haçlı saldırıları, Hristiyanlığın düşman olarak kabulünü beraberinde getirince, Batı tesiri Selçuklu medeniyetine pek tesir edememiştir. Moğol baskısıyla doğudan gelen Türkmen göçerlerin Türk kültürünü tazelemesi de Selçukluların üzerindeki yabancı etkileri sınırlamış olmalıdır.

Mevlana'nın Fars kültürü kokan mesnevilerini de unutmamak lazım. Mevlana'nın öğretisi, hiç kuşkusuz bir Türk – Fars – İslam senteziydi. Bu büyük mutasavvıfın kullandığı hümanist dil, bugün popüler kültürde büyük ilgi görse de Selçuklu devletinin son yarım asrında çöküşle neticelenen Moğol işgali dönemindeki tesirlerini dikkatle incelemek gerekir.

Türk tarihinin en köklü 'sentezleme' vakalarına 15. Ve 16. yüzyıllarda rastlarız. 1453'te Fatih'in İstanbul'u fethi, Türk devlet geleneği ile Bizans İmparatorluk geleneğinin kamu nizamı bakımından açık bir senteziyle sonuçlanacaktır. Bizans saltanat ailesi ile geçmişte yapılmış evlilikler vesilesiyle Osmanlı hanedanının pek yabancısı olmadığı Bizans kültürü, İstanbul'un fethinden sonraki dönemlerde geleneksel Türk kültürü içinde eriyecek, ama ister istemez tesirler bırakacaktır.

Yavuz Sultan Selim'in 16. yüzyılın ilk çeyreğinde Mısır'ı fethederek Halifelik makamını Osmanlı sarayına taşıdığında Türk kültürünü çok derinden etkileyecek yeni bir sentezleme daha gerçekleşecektir. O tarihe kadar Bektaşilik ve Türk tasavvuf kültürünün imalatı Maturudi bir Sünniliğin hakim olduğu inanç dünyamıza, Arabistan ve Mısır'dan farklı İslam yorumlarına sahip akımlar girmeye başlamıştır.

Artık İslam dünyasının lideri olan Osmanlılar, Arap dünyasındaki din algılarına daha hassas bir idari model bina edecektir. Bu idari modelin İmparatorluğun yükseliş sürecini durdurup durdurmadığı, Osmanlıların Batıdaki reform hareketlerini ıskalamasında bu sentezlemenin ne derece etkili olduğu bambaşka bir yazının konusu olabilecek derinliktedir.

Türk kültürünün başka medeniyetlerle sentezlenmesi ile sonuçlanacak başka bir tarihi dip dalgası, 1789 Fransız İhtilali ile başlar. Özellikle Balkan yarımadasındaki azınlıkları isyana sürükleyen milliyetçi akımlar, biraz gecikmeli olarak 19. yüzyılın sonundan itibaren İmparatorluğun asli unsuru Türkleri etkisi altına alır. Çanakkale Savaşı ve ardından Kurtuluş Savaşı ile şahlanışa geçen Türk milliyetçiliği, tasfiye edilen imparatorluğun ardından kendi ulus devletini kurmasını bilecektir.

Atatürk, yeni cumhuriyeti, Türk milliyetçiliği ile bilimsel gelişmelere açık bir kamu felsefesi üzerine kurmuştur. Bunu yaparken, mübadele yıllarında Türkçe konuşan Hristiyan azınlıkların bilinçli biçimde gönderilmesini de bir yere kaydetmek gerekir. Atatürk Türkiyesi, Laik Müslüman ve Türklük kavramını üst kimlik olarak benimsemiş, batı ülkelerindeki bilimsel gelişmelere açık bir toplum yapısı inşa etmeye çalışmıştır. Bu da en nihayetinde bir Türk - İslam - Batı sentezi sayılabilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan iki kutuplu dünya modelinde Amerika ve NATO ile kader birliğine giden Türkiye'nin Sovyetler Birliği'ne karşı oluşturulmak istenen yeşil kuşak projesinde Avrupa ile İslam dünyası arasında bir geçiş halkası olması projelendirildi. Türkiye, bu görevi ifa ederken tam anlamıyla bir Batı ülkesi olmamalıydı. Bu nedenle Avrupa Birliği kapılarında bekletilirken Siyasal İslamcı ideolojilerin temelleri atılmalıydı. Bilhassa 12 Eylül darbesi ile birlikte alevlendirilen "Türk - İslam sentezi" süreci, Türk milletinin damarlarına yeni bir hayat felsefesi olarak aşılandı. Ülkücülerin ve bir kısım orta sağ siyasetçilerin -belki sonrasını hesaplamadan- benimsedikleri bu yeni sentez, 2000'li yıllardan sonra Türklük ve Türkçülük kavramlarının siyasal İslam tesirine girerek ideolojik evrim geçirmesi ile sonuçlandı.

Uzak Asya'da Çin'in hızla güçlenmesi ve Rusya'nın yeniden kendine gelmesi sonrasında oluşturulmaya çalışılan günümüz Dünya nizamında Türkiye'nin rolünü, muhtemelen başka bir sentez belirlemeye çalışacak.

Bu sentez, Rus ideologların tüm Asya ülkelerine fısıldadıkları "Avrasyacılık" akımı mı olacak, yoksa son dönemde kaba emperyalizme teslim olduğu için fikri derinliklerini yitiren Amerikalılar bambaşka bir sentezle mi bizi tesir altına alacak, bunu şimdilik bilmiyoruz.

Lakin şurası gayet açık: Binlerce yıldır genlerimize işleyen farklı kültür ve medeniyetlerle sentezler oluşturma hastalığımızı bırakıp kendi kimliğimiz üzerine özgün bir Türkçü felsefe kurgulamazsak rüzgarın önünde uçuşan yapraklar gibi öteye beriye savrulmaya devam ederiz. Gün gelir, sentezlenecek bir Türkçülük de kalmaz.

Orhun Yazıtlarından aklımızda kalan o son sözü de işte o vakit unutmuş oluruz: "Üstte gök batmasa, altta yer çökmese, ilimizi ve töremizi kim bozabilir?"