Asil insanlar
arasındaki
düşmanlıklarda
bile bir usul, bir üslup
vardır...
Zavallı, kişiliksiz insanların
kin, nefret ve kıskançlık
duygularıyla
yaptıkları, "düşmanlık"
değil, şerefsizliktir...
Hz. Ali'nin, düşmanın
akıllısını, hayırsız dosttan
daha üstün tutuşunun
nedeni budur...
Necip Fazıl Kısakürek'in
"Sen bana lazımsın"
dediği de...
Mert düşmanlar
başımız üstüne olsun!..
Şerefsizlerle kimin
işi olur ki?..
Uzatmayalım.
Bugünkü "Düşmanın merdi"
öykümle başbaşa bırakıyorum sizleri...

* * *

Mustafa Dayı, cezaevinden
yeni çıkmıştı. "Geçmiş olsun"
dileklerinde bulunmak için
eş-dost,
evine akın etmişti.

Hapse düşmeden önce
ilçenin en zengin
insanlarından
biri olan Mustafa Dayı,
çevresinde yiğit bir insan olarak
sevilir sayılırdı. Kim dara düşse,
onun kapısını çalardı. Hanımı Selda
Abla, kocasının bu eli açıklığından
ve merhametinden şikayetçiydi.
Selda Abla, kötü bir insan
değildi ama Mustafa Dayı,
iyilik yaptıklarından hep kötülük
gördüğü için sitem ediyordu.

Mustafa Dayı,
olayın olduğu gün,
işyerine
gitmeden önce
çocukluk arkadaşı Ziya'nın
dükkanına uğradı. Ziya, köydeki
bir arazi meselesi yüzünden
kan davalıydı. Amcasının oğulları,
bahçelerine inek girmesi yüzünden
çıkan tartışma sonucu
komşuları Fikret'i av tüfeğiyle öldürmüştü.
O yüzden yıllardır,
korku içinde yaşıyordu.
Laf döndü dolaştı,
yine o davaya
geldi. Ziya, "Hayatımız karardı. Lanet olsun
bahçesine" diye yakındı. Çocuklarından
endişeleniyordu. Ya başlarına
bir şey gelirse diye. Mustafa Dayı,
"Korkma" dedi. "Düşmanın merdi,
çoluk çocukla intikam almaz."

Mustafa Dayı, yol yordam bilen
adamdı. Amiyane tabirle,
"Racon" bilirdi. Ziya, Mustafa Dayı'nın
bu sözleriyle rahatlıyordu.
Çaylar içildikten sonra
Mustafa Dayı doğruldu. Dükkandan çıkarken,
"Düşmanın mert olanından korkma"
diye bir daha tembihledi. Mustafa Dayı, öldürülen
Fikret'in sülalesini iyi tanıyordu. Onların
kitabında "kahpelik" olmazdı. Cezanın;
tetiği çeken ellere verileceğini
de biliyordu. O yüzden
Ziya'yı ziyaret ederek,
onu bir nebze olsun,
rahatlatıyordu.

Gübre toptancılığı yapan Mustafa Dayı,
işyerine geldiğinde, tanımadığı iki gencin
kapıda beklediğini gördü. "Hayrola çocuklar"
dedikten sonra, onları içeriye buyur etti.
Gençler, gariban bir arkadaşları için
para topladıklarını söyledi. Mustafa Dayı, kan kanseri olduğunu
öğrendiği o gariban gencin
masraflarını üstlenebileceğini belirterek,
"O gençle tanışmak isterim" dedi. Bir miktar para vererek,
gençleri uğurladı. Mustafa Dayı, "Güne kötü haberle başladık. Hayırdır
inşallah" diye kendi kendine söylendi.

Günü yoğun geçmişti, ilçenin haftasıydı.
Köylerden gelen giden çoktu. Yorulmuştu. Akşam, dükkanı geç saatte
kapatırken,
köşe başında karartı gördü. Kişileri
seçemiyordu. İçinde bir endişe vardı. Belindeki ruhsatlı tabancayı
kontrol etti. Tam kepengi kapatacağı sıra,
sabah gelen iki genç karşısına çıktı. "Hayrola çocuklar. Kötü bir haber yok ya"
dediği sırada, gençler onun üzerine
çullandı. Vurmaya başladılar. Mustafa Dayı,
güçlü kuvvetliydi ama aldığı yumruk darbeleriyle
yere yığıldı. Belindeki silaha sarıldı ve gençlere
ateş etti. Birini sağ ayağından,
diğerini de omzundan vurdu.

Polisin olaya müdahale etmesiyle
iki genç hastaneye kaldırıldı. Mustafa Dayı da
İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
Cinayet Masası Şefi Başkomiser Pala Şükrü,
Mustafa Dayı'yı iyi tanıyan biri olarak şaşkındı.
Onu can kulağıyla dinledi. "Nefsi müdafaa"
söz konusuydu ama iki genç,
neden böyle davranmıştı? Bu sorunun
cevabını ise hastanedeki gençler verecekti.

Mustafa Dayı, tedbiren
cezaevine konuldu. Pala Şükrü,
sıkı bir takip içindeydi. "Neden?" sorusuna
cevap bulamıyordu. Çünkü, gençlerin
maksadının hırsızlık ya da gasp olmadığını
anlamıştı.
Bir hafta sonra, hastanede
gözaltında tutulan iki genci ziyaret etti. "Geçmiş olsun" dedi. Gençlere
iyi davrandı. Onlara Mustafa Dayı'nın iyi bir insan olduğunu
anlatırken, "Neden?" diye sordu. Gençler de aslında yaptıklarından pişmandı.
Mustafa Dayı'ya yalan söyledikleri
halde parayla uğurlanmışlardı. Adı Nuri olan genç, "Bir şey söyleyebilir miyim?" dedi. Bu arada,
diğer arkadaşı Şakir'le göz göze geldi. Şakir, "Tamam" der gibi
gözleriyle onayladı. "Bizi, Mustafa Dayı'ya musallat
eden apartman komşusu Serdar'dı. Yüklü miktarda para verdi. Böyle bir insana
yanlış yaptık. Pişmanız" dedi. Serdar, Başkomiser Pala Şükrü'nün
aklının ucundan geçmeyen bir isimdi. Çünkü, Mustafa Dayı'nın ona
çok iyilikleri olmuştu. En zor zamanlarında yanındaydı. "Komşuluk hatırı" diyerek,
yardım etmişti. Ancak, Serdar, sinsi biriydi. Ortalıkta
pek görünmeyen ama saman altından su yürüten
biriydi. Pala Şükrü, bir kere daha şaşkındı. Serdar'ın
Mustafa Dayı ile ne işi olabilirdi?..

Polis ekibi, Serdar evinden çıkmadan
gözaltına aldı. Mahalleli onu polis aracına bindirilirken
görmüştü. Herkes, "Yine ihaleye fesat karıştırdı" diye
düşünüyordu. Cinayet bürosunda
Pala Şükrü,
kesin bir tavırla "Neden?" diye sordu. Serdar, tuttuğu kiralık adamların
konuştuğunu anlamıştı. "Çok malım mülküm var ama ben onun kadar
itibar göremiyordum. Bir gün kapıda karşılaştığımda
bunu ona açıkça söyledim. O da bana (zenginlik başka
adam olmak başka) dedi. Çok ağrıma gitti. Ona ders vermek için
aylarca kin besledim. Öfkemin esiri oldum" diye açıkça
itiraf etti. Serdar, iki gençle birlikte cezaevini boyladı. Mustafa Dayı da
tahliye oldu.

Mustafa Dayı'nın
cezaevinden
çıktığı gün, "geçmiş olsun" ziyaretine gelenler arasında,
olay günü dükkana gitmeden önce uğradığı Ziya da vardı. Ziya, "Mustafa Dayı, o günün sabahında bana bir şey demiştin ya" dedi. "Ne kadar haklıymışsın" Mustafa Dayı, o sözleri hatırladığını belirtti: "Düşmanın mert olanından korkma demiştim." Mustafa Dayı sonra devam etti. "Ziyacığım, bu düşmanlık değil, şerefsizlik"...

Serdar'ın yaptığı, düşmanlıktan çok
nankörlük ve şerefsizlikti. Mustafa Dayı, ona karşı
iyilikten başka bir şey yapmamıştı ki...
Bu arada, emekli öğretmen Mahmut Hoca, Mustafa Dayı'nın sözlerini onayladıktan sonra
Necip Fazıl Kısakürek'in " Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen Iazımsın" dizelerini hatırlattı.

Mustafa Dayı, mert düşmanın
husumetinin bile asil olduğunu
hatırladığı sırada,
misafirlere çay servisi yaparken,
Selda Hanımla göz göze geldi. Özlemişti karısını. Hasretle baktılar
birbirlerine... Mustafa Dayı, Selda Hanımın
eline dokundu ve "İyilik yapmaktan vazgeçmek yok" dercesine...

Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...