17 Nisan sabahı, bu ülkeden kim gidecek, bu ülkede kim kalacak? Ya da kim kimleri kovacak? Evetçiler mi hayırcıları, hayırcılar mı evetçileri. Hemen söyleyelim; hiç kimse gitmeyecek, hiç kimse hiç kimseyi kovmayacak, kovamayacak; bu ülke 16 Nisan sabahı olduğu gibi 17 Nisan sabahı da herkesin ortak vatanı olacak ve sonrasında da olmaya devam edecek. Herkes bu vatanda yaşayacak bu vatanda yatacak.

Öyleyse bu ayrıştıran, ötekileştiren üslup niye? 'Evet' adına konuşan kimilerinin hayır vereceğini açıklayan ya da verecekleri zannedilenleri neredeyse ihanetle suçlaması ya da tam tersi 'hayır' safında yer tutanların evet oyu verecekleri vatanı bölmeye kalkmakla itham etmeleri, neyin nesi? Oyunun gerekçesini anlatmak yerine karşıtlarını insafsızca suçlamak; gerek millet bütünlüğü ve gerekse parti disiplini açısından ne kadar doğru.

Eğer, evet safında yer tutanlar hayır diyecek olanları, hayır diyecek olanlar da evet oyu verecekleri 'ihanetle suçlarsa' bu ülkede hain damgası yemeyen kimse kalır mı? Bir milletin yarısı; diğer yarısına 'hain' suçlaması yönelttikten sonra, aynı vatan toprağında ve aynı devletin vatandaşı olarak birarada yaşaması mümkün mü? Bu üslupla gerçekleştirilecek bir referandum, kazananı açısından da bir yenilgi olmaz mı? Başka bir ifadeyle böyle bir galibiyet kazanan komutanın 'Tanrım, bir daha böyle zafer nasip etme' diye dua ettiği meşhur Pirus zaferinden başka bir anlam taşır mı?

Olay nettir; bir anayasa değişikliği yapılmaktadır; tartışılması gereken de budur. Yoksa karşıtları şeytanlaştırmak, en azından şeytanlarla ya da şeytan kabul edilenlerle aynı safa koyarak recme tabi tutmak değildir.

Evet cephesinin iki kanadından biri ülkenin ikinci bağımsızlık savaşı verdiğini, diğeri ise ülke, devlet ve milletin bir 'beka sorunu' ile karşı karşıya bulunduğunu öne sürüyor ve her ikisi birden 'böyle bir süreçte hızlı ve radikal kararlar alınması' gerekliliği nedeniyle vatandaştan 'evet' demesini istiyor. Karşı görüştekiler ise bu anayasanın 'tek adam sultasına' ve 'devletin üniter yapısının bozulmasına' dolayısıyla da 'bölünmeye yol açacağını' öne sürüyor. Bunlar son derece önemli iddialar ve her birinin üzerinde titizlikle durulması ve sükûnetle tartışılıp ortak bir karara varılması gereken konular. Ama ne yazık ki istisnaların dışında büyük kesim, konunun bu yönünü irdelemek yerine işin kolayına kaçmakta, olaya koyu bir parti disiplini hatta taassubuyla yaklaşmaktadır.

Elbet her iki tarafta da art niyetli ve hatta ihanet damgasını hak etmiş kimseler vardır, olacaktır ama ister hayır desin, ister evet, bu milletin kahır ekseriyeti en az diğeri kadar vatanseverdir, en az diğeri kadar bu millete mensuptur ve bu vatanın sahibidir. Kim kazanırsa kazansın kaybedenler 17 Nisan sabahı da bu devletin vatandaşı, bu milletin mensubu ve bu vatanın sahibi olarak bu topraklarda yaşamaya devam edeceklerdir. Aynı sokaklar paylaşılacak, ekmekler aynı fırından alınacak ve cenazeler aynı camiden kaldırılıp aynı mezarlıkta yan yana defnedilecektir.

Ne olur, şu üslup felaketine dur diyelim. Ne olur, kaderimizin birbirimize bağlı olduğunu hiç mi hiç unutmayalım. Ve hiçbir gerekçeyle 17 Nisan sabahı komşumuzun, eski yol arkadaşımızın yüzüne bakmaktan utanacağımız sözü ağzımızdan kaçırmayalım.