2015 yılı şubat ayı idi… Ege Üniversitesi'nde PKK'lı grupların oluşturmaya çalıştığı hakimiyete karşı direnen ülkücü gençlerin lideri Fırat Çakıroğlu, soğuk bir kış günü çıkan bir kavgada bıçaklanarak şehit edildi.
Bahsettiğimiz yer, Kurtuluş Savaşı'nın ve Türk demokrasi tarihinin sembol kentlerinden İzmir'de bir üniversite… Katiller, terörist ve bölücü bir örgütün militanlaşmaya başlayan sempatizanları… On dokuz yaşında toprağa düşen ise hayatının baharında bir Türk genci…
Haberin kendisi kadar acı olan ise, medyada 'karşıt görüşlü iki grubun çatışması' olarak yerini almasıydı belki de. Yurdumun, aziz (!) merkez ve havuz medyası, ağız birliği etmişçesine PKK yanlısı gruplar ile Türk milliyetçisi gençleri aynı kefede tartıyordu. Vefat eden gencecik delikanlıya 'şehit' demek şöyle dursun, 'yazık oldu, genç yaşta koptu gitti bu hayattan' tekdüzeliğinde bir mesaj dahi çok görülüyordu yitik delikanlıya…
Adı Fırat'tı… Anadolu'nun doğusunda çağlayan bir ırmağın adı… Memleketin batısında, Ege'nin sıcağında kurudu gitti.
Soyadı Çakıroğlu… Ege'nin efsanevi efesi Çakırcalı misali… Yiğitti, korkusuzdu, gencecik yüreği, millet sevgisi ile doluydu… Kıydılar ona!
Bakmayın adının Fırat olmasına, ruhu Orhun'du onun… Bedeni Ege kıyılarında dolaşırken; ruhu Altay Dağları'nda, aklı Turan illerinde idi…
Ölümünün üzerinden iki sene geçti… Aradan geçen kısacık zaman, onu haklı çıkardı.
Zira o PKK'lılara direnirken ülkede 'çözüm süreci' denen bir yalan dolaşıyordu. Milliyetçilik ayaklar altına alınırken bölücülere 'uslanması için zaman tanınan yaramaz çocuklar' muamelesi çekiliyordu.
Ege Üniversitesi'nin amfilerinde, yurtlarında, kantinlerinde, koridorlarında PKK propagandası yapan, militan devşiren, devlete, millete küfür edenlere müsamaha gösterilmesi de ondandı…
Fırat Çakıroğlu'nun katilleri ile ülkücü gençlerin mücadelesini, 'karşıt görüşlü gençlerin kavgası' etiketi ile servis eden medyanın aymazlığı da aynı sebepten…
Dedim ya sadece iki sene geçti… Koskoca devletin göremediğini Fırat görmüştü oysa… Eşkıyaların önünde onu tek başına bırakanlar, iki yıl sonra hem PKK'ya hem de ağa babalarına hak ettikleri muameleyi yapmaya ancak başladı. İki sene önce sadece dava arkadaşlarının şehit ilan ettikleri Fırat Çakıroğlu, yavaş da olsa 'karşıt görüşlü delikanlı' olmaktan çıkıp herkes tarafından 'şehadet' mertebesine layık görülmeye başlandı.
Oysa PKK ile mücadele etmek, on dokuz yaşında bir ocaklı gencin tek başına yapması gereken bir iş değildi. Devlet, askeriyle polisiyle, valisi kaymakamıyla, savcısı hakimiyle boğmalıydı bölücü örgütü… Fırat ise okumalı, meslek edinmeli, askerden sonra ekmeğini ele almalı, yuva kurmalı, kendisi gibi millet için yanıp tutuşan evlatlar yetiştirmeliydi. Üzerine düşen vatan müdafaası görevini, mesleğiyle, emeğiyle, alın teriyle yapabilmeliydi.
Ama olmadı, olamadı…
Fırat Çakıroğlu, toprağın kara bağrında, sıradağlar gibi duranlara eklendi. Binlerce yıllık Türklük davasını güdenler, dünyada bir eksildi, uçmağ da bir arttı…
Geride kalanlara ne düşer derseniz… Onu da değerli kardeşim Hüseyin Kürşat Geze, Samsun Ülkü Ocakları'nın düzenlediği anma gecesinde okuduğu şiirle dile getirdi zaten: 'Sana yad olamayanlara ben de yaren olmam, tuğ kaldırmam!'
SARI SALTIK, ALPERENLER DERGAHI…
Okuyucularım bilir: Uzun süredir Sarı Saltık üzerine çalışıyorum. Mevlana ya da Yunus Emre gibi büyük düşünürler ile dönemdaş olduğu halde, ardında yazılı bir eser bırakmadığı için olsa gerek, onlar kadar popüler kültürde yer edinemeyen büyük bir evliya, Sarı Saltık…
Milli bellekte ve sözlü kültürdeki izleri giderek silinmeye yüz tutan, kalan izlerine de aslına tam olarak uymasa da büyük ölçüde Alevi kültürünün sahip çıktığı çok değerli bir isimden söz ediyoruz.
Türkmen obalarının Moğol istilacıların işgaline direnmeye çalıştığı, Selçukluların parçalandığı, beylikler döneminin hemen öncesindeki zorlu bir yüzyılın insanı Sarı Saltık…
İslamiyet ile Ortaasya Türk gelenekleri arasında bir sosyal yapının hakim olduğu dönemlerde, göğsünde iman ve Türk benliği ile milleti ayakta tutan bir alperen, Sarı Saltık…
Başta Balkanlar olmak üzere dünyanın birçok yerinde adına yatırlar bulunan, sadece Müslümanların değil Hristiyanların da değer verdikleri büyük bir halk insanı…
Sarı Saltık'ın efsaneler, masallar ve gerçeklerle harmanlanmış hayatını bir üçleme roman serisi ile kaleme almaya çalışıyorum. İlk kitap, Sarı Saltık 'Aşkabad Yolcusu' geçen sene okuyucuyla buluşmuş, bir hayli de ilgi toplamıştı.
Devam romanı Sarı Saltık 'Alperenler Dergahı' uzun süredir kitap sektöründe yaşanan kriz nedeniyle basılamadı. Geçen kasım ayında çıkmasını bekliyorduk, yayın evimiz en azından Samsun Kitap Fuarı'na yetiştirmek istedi, ama o da ne yazık ki mümkün olmadı.
Nihayet serinin ikinci romanı bu günlerde baskıya verildi. Bir aksilik olmazsa, önümüzdeki haftadan itibaren önce internet kitapevlerinde, daha sonra büyük kitap mağazalarının raflarında arzı endam eder.
Bir edebiyatçı için yeni kitap, yeni evlada benzer… Sevincimizi siz okuyucularımızla paylaşmak, ilk duyuruyu da köşemin müdavimleri ile paylaşmak istedim…