"Bir millete geçmişini unutturmak, onu yok etmenin ilk şartıdır." demiş Nihal Atsız.

Bu sözü söyleyen Türkçü bir düşünür diye burun kıvıranlar da yazının kalanını okusun diye müsaadenizle bir de yabancı kaynaktan alıntı yapalım:

Yahudi kökenli bir Amerikalı tarihçi olan Bernard Lewis, "Bir milleti imha, nesilleri mazisinden, tarihinden ve bilhassa millî ve manevî değerlerinden koparmakla mümkündür." demiş.

Neresinden bakarsanız bakın aynı manaya gelen iki söz...

Tercümeye lüzum yok ama gene de iki satırla izah edelim: Eğer Türk çocuğuna Orhun Yazıtlarını, Altay Dağlarını, Tuna boylarını, Yunus Emre'yi, nazar boncuğunu, kırklar meclisini, kopuzu, çaput ağacını, Hıdırellezi, bayramda el öpmeyi, halay çekmeyi unutturursanız, mazisi beş bin yıla uzanan Türk milletinin köklerine kibrit suyu dökersiniz.

Eğer Türk milletini, kendi mazisiyle övünmekten alıkoyarsanız milli bir yıkımın taşeronluğunu yaparsınız. Atatürk'e ayyaş, Abdülhamit'e kızıl sultan, Kanuni'ye evlat katili, Alparslan'a işgalci, Attila'ya barbar sıfatlarını layık görürseniz veya böyle konuşanlara sahip çıkarsanız milletin tarih bilincini zehirlemiş olursunuz.

***

Bilinen bir hadis-i şeriftir: "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın..."

Söze gelince hepimiz Müslümanız, ama İslam Peygamberinin mübarek öğüdüne sıra gelince hepimiz tembelleşiveriyoruz. Ne bu dünya, ne ahiret için emek ediyoruz. Kaytarmada üstümüze yok!

Hoş, bu dünya için hakikaten çalışmak isteyene de iş yok ya... TÜİK verilerine göre işsizlik oranı epeydir on puanın üzerinde, gençlerin neredeyse yarısı iş bulamıyor.

Bir ekmek kapısı bulan da biraz daha rahat bir yere kapağı atma derdinde.

Memleketi idare edenler milletin huyunu çoktan öğrenmiş: Çalışıp üreteni teşvik etmek yerine her dönem rant yaratmayı, sosyal yardım adı altında milleti avantaya alıştırmayı, popülizmi öne çıkaran bir anlayış pirim yapıyor.

Atatürk demiş ya hani, "Türk milleti çalışkandır!" diye... Üç nesil geçmeden tembelleşmişiz, ahalinin ekseriyeti "on dönüm bostan, yan gel yat Osman..." deyimine göre hareket ediyor.

Daha şark kurnazı olanlar, bostanları çoktan müteahhide verdi, emlak zengini oldu, kirayla geçinip gidiyor işte...

***

Geçen bir vesile Samsun MÜSİAD Başkanı seçilen arkadaşım Haluk Tan ile sohbet etme olanağı buldum. "Farkında mısın?" diye sordu bana, "Son zamanlarda televizyon kanallarında yayınlanan ne varsa, güvensizlik pompalıyor."

Örnek verdi: "Evlilik programında kızla oğlan flört ediyor, herkes onların aşkına inandırılıyor, sonra aniden kavga edip ayrılıveriyorlar. Survivor'da oylama yapılıyor, eleme günü herkes en yakın kankası tarafından menfaat için kağıda yazılıyor. Magazin programlarında kim, kiminle, nerede, kimi aldatıyor haberleri... Dizi filmlerde karı koca birbirini en yakın arkadaşı ya da akrabasıyla aldatıyor. Entrikanın biri bin para... Haliyle millet bundan etkileniyor. İnsanlar, ailelerine, komşularına, arkadaşlarına, ortaklarına güvenemez hale getiriliyor."

Yetmez ama evet: Siyasetçiler bile dara düşünce "aldatıldık" diye izah ediyor vaziyeti...

Netice itibarıyla koca millet, babasının oğluna güvenemez halde!

***

"Övün, çalış, güven" demiş ya Mustafa Kemal...

Kime demiş bunu: Türklere tabii...

"Türk milleti" diyenlere pek rastlamıyoruz son dönemlerde... Koca milletin adı "bu millet" oluverdi.

"Türk" demeyi zül sayanlar, "Ecdadınla övünme, boş ver çalışma, babanın oğluna bile güvenme!" diye ezber ettiriyorlar "bu" millete!

REFERANDUM ve DEMOKRASİ

Eski New York valilerinden Alfred Smith'in meşhur bir lafı vardır: "Demokrasinin kusurları, biraz daha demokrasiyle tamir edilebilir." diye...

Türk milleti son derece radikal bir anayasa değişikliği teklifi için 16 Nisan günü sandık başına çağrılıyor.

Anketler, milletin büyük ekseriyetle sunulan 18 maddelik teklifin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını gösteriyor.

Hal böyle olduğu halde, taraflar konuyu ve düşüncelerini millete izah etmektense birbirlerine ipe sapa gelmez suçlamalar yapmakla meşgul...

Evetçiler koyun sürüsü gibi hareket etmekle itham edilirken, hayırcılar da terörist ilan edildiler bile...

Yahu bazen iki kardeş bile fikir ayrılığına düşebiliyor. Babanın evet dediğine, evlat hayır diye karşı çıkıyor.

Bu işin bir de 17 Nisan'ı var... Milleti bu kadar birbirine düşürmenin ne manası var?

Herkes fikri neyse onu anlatsa ya... Evetçiler, neden bu değişikliğin lüzumlu olduğunu izah etmeye çalışsın. Hayırcılar da neye itiraz ediyorsa onu söylesin. Kararı da millet versin. Çıkacak sonuca herkes rıza göstersin...

Ne demiş meşhur Amerikalı gazeteci MaxLerner: "Demokrasinin en kötü tarafı, sevsen de sevmesen de çoğunluğun kararına tahammül etmek zorunda olmandır."

Demokrasiye inanıyorsak, önce herkesin özgürce fikrini söylemesine tahammül edeceğiz, sonra da milletin kararına...