'Sabah, 06.00; yeni uyandım ve Hollanda kepazeliğini gördüm.
Bu şu parti veya bu parti, evet veya hayır meselesi değildir, bir milli meseledir. Ben bu 'Büyük Türk Milleti'nin bir evladı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir vatandaşı olarak bu kepazeliği şiddetle kınıyorum.
Siyasi tercihimiz ne olursa olsun milli tercihimiz daima Türkten yana, Türke göre ve Türk için olmuştur ve olmaya da devam edecektir.'
Bu satırları önceki sabah ben yazdım feysbuk sayfamda. Onlarca paylaşım ve yorum, yüzlerce beğeni aldı. Arkadaşlarımdan kimileri 'tamam, Hollanda'yı şiddetle kınayalım ama sebebini de sormayalım mı', kimileri de 'artık küçük de olsa kendimize de bir iğne batırma zamanı gelmedi mi?' diye sordu yaptıkları yorumlarında. Kimileri bir milli meselenin siyasi hesaplara kurban edilmek istendiğini, kimileri de Hollanda'nın tavrının 'evet' için yeterli gerekçe olduğunu öne sürdü.
'Sebebini araştırmayalım mı?' diye soran arkadaşlarım yerden göğe kadar haklıydı ama zaman sebep araştırma ve tartışma değil tepki koyma zamanıydı. Önceki gün tepkimi koydum ve o tepkiden dolayı da son derece mutluyum. O kanaatimi hep koruyacağım ve o tepkimi hep sürdüreceğim. Ama sadece onların yanlışlarına, saygısızlıklarına, kepazeliklerine isyanla yetinmeyeceğim, varsa bizim yanlışlarımızı da adabı ve edebi elden bırakmadan bütün açıklığıyla ifade etmeye çalışacağım. Dostun görevi ne kadar acı olursa olsun gerçeği söylemek ve dost bildiğini onun tepkisini ve hatta küsmesini bile göze alarak 'gerçeği, sadece gerçeği ve gerçeğin tamamını' söylemektir.
Eskiden 'iç politika dış politikaya göre şekillenirdi.' Son zamanların maliyeti en yüksek, telafisi en zor yanlışı dış politikanın iç politik hesapların bir aracı olarak algılanması ve ona göre şekillendirilmesidir. Hollanda ile zirve yapan ve bu milletin bir ferdi, bu devletin bir vatandaşı olan herkesi yürekten yaralayan bir kepazelik boyutuna varan gerginliğin temelinde de bu anlayış yatmaktadır.
Yakın geçmişimizde Marmara Vapuru gibi herkese ders olması gereken bir örnek varken, benzer bir yola başvurulmasını anlamak ve anlatmak kolay olmasa gerek. Ne yazık ki, siyasetin 'belagat şehveti' diplomasinin 'müzakere metodunu' bir kere daha alt etmiştir. Gelişmelerden içeride kim kazançlı çıkar bilemem ama dışarıda bizim ve özellikle de belli bir kısmı çifte vatandaş olan Avrupa'daki Türklerin zararlı çıkacağı çok açıktır. Umarım ve dilerim ki duygular yerini en kısa zamanda akıl ve basirete bıraksın ve bu badireden en kısa zamanda ve en az maddi ve manevi kayıpla çıkmanın yolu bulunsun.
Olayın bir de kendi koyduğumuz yasalar ve yasaklarla ilgili boyutu var. 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun gerek seçimlerde ve gerekse anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulmasında' 'kamusal hizmet alanlarında, yurtdışında ve gümrüklerde propaganda yapılmasını' yasaklar. Üstelik de bu değişiklik 2008 yılında ve AK Parti'nin iktidarında yapılmıştır. Kendi koyduğu kanunlara uymak, öncelikle o kanunu koyanların görevi ve sorumluluğunda olsa gerek.
Avrupa ülkeleriyle olan gerginlikte siyasi ve ideolojik tercihler nedeniyle hükümetin yanında yer almamak ne kadar yanlışsa bu gerginliği içeride siyasi kazanca tahvil etme düşüncesi ve girişimi de o kadar yanlıştır. Dış politikayı iç politikanın kazanç hesaplarına alet etmenin faturasını, bütün bir millet öder.