Benim adım 'Mahmut'… Adıyla sanıyla 'MarlonBrando' Mahmut… Bana sorsalar, 'Ayhan Işık' derdim ama ne hikmetse Marlon'u yakıştırmışlar, o vakit bu vakit öyle gidiyor işte!

Ellili yıllarda Hastanebaşı'nda bir viranede doğmuşum. Anam 'Çarşambiliyim' derdi ama duy da inanma. Ayvacıklıdır aslında. Cigara fabrikasında çalışırdı. Eskilerin 'Tekel karısı' dediklerinden… Ömrü kısaymış, emekli bile olamadan öldü gitti.

Babam Gümüşhaneliydi… Erzincan depreminden sonra Samsun'a göçen gariplerden… Bedesten'in arkalarında küçücük bir dükkanda ayakkabı tamirciliği yapardı. Sakin bir adamcağızdı. Laflamayı pek sevmezdi. Arkadaşı filan da yoktu. Anam öldükten sonra o da çok yaşamadı, günün birinde kalp krizi geçirdi, dosdoğru tahtalı köyün yolu tuttu…

Ben de Ayşecik filmlerindeki gibi yetim kaldım, iyi mi?

Ömrüm boyunca hep Mecidiye'de simit satarak geçindim. Sadece ramazanlarda atoma dönerdik. Yazın da haşlanmış mısır filan koyardık tezgaha. Geçinir giderdik işte... Hiçbir zaman çok kazanamadım. Ekseri akşam kalan bayat simitlerle karnımı doyururdum. Bazen geceleri limana gittiğim olurdu. Kısmetimde varsa çaparime kefal ya da istavrit vurur, işte o vakit kendime bir güzel sofra donatırdım ki krallara layık…

Hiç evlenmedim ben. Kısmet değilmiş. Hani seveceğim biri çıkmadığından da değil ha… Mithatpaşa Kız Lisesi'nde bir Nevin vardı… Papazköy'den gelip giderdi. Tam macır kızı… Saçlarını savurdu mu Filiz Akın yanında halt etmiş… Her akşam eve giderken uğrar, bir simit almadan geçmezdi. Tezgahımdaki en kavruk simidi seçip verirdim ona… 'Ben sana yangınım' demenin başka yolu yoktu benim için. Nasıl dilim varsın da söylesin, İbrahim Tatlıses değilim ki, Hülya Avşar'a söyler gibi 'Bir gördüm aşık oldum' diye türkü yakayım?

Liseyi bitirdikten sonra 'Ankara'ya öğretmen okuluna gitmiş' dediler, Nevin için… Şimdi ne yapar bilmem, bir daha görmedim. Ondan başkasını da sevemedim bir türlü. 'Yalancı Yarim' filminde, Emel Sayın'ın Tarık Akan'a söylediğiyle aynı hesap: 'Sevmiş bulundum seni, sevmez olaydım.'

Hayattaki tek lüksüm sinemaydı benim. Üç kuruş artırırsam, hemen sinemaya koşardım. Eskiden Zafer Sineması vardı. Önceleri oraya giderdim. Merlin Monroe, Elizabeth Taylor, BrigitteBardot, Elvis filan… Sonra Yeşilçam'dan Fatma Girik, Belgin Doruk, Ekrem Bora…

Aslında Sümer Sineması, Yıldız Sineması gibi başka yerler de vardı, ama yaramaz… O biçim filmler oynardı oralarda, 'Parçala beni Behçet' veya 'Kendin pişir, kendin ye' filan… Kendime yakıştırıp da gitmedim, gitmem de…

74 senesinde Konak Sineması açıldı, benim de kaderim değişti. Gülşen Bubikoğlu'nun Ah nerede vah neredesini, Kemal Sunal'ın Hababam Sınıfı'nı, Kadir İnanır'la Türkan Şoray'ın Bodrum Hakimi'ni, sonra Selvi Boylum Al Yazmalım'ı hep Konak Sineması'nda seyrettim.

Al Pacino, DustinHoffman, Çarli'nin Melekleri'ndeki Farah da Konak Sineması'na misafir olmuştu. Yeşilçam'dan Müjde Ar, Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın… Daha neler neler!

Sonra bir gün başıma bir hal geldi: Yıl 77 idi… Fuar vakti… Anıtın orada, karşıdan karşıya geçerken kamyonun biri, haşırt geçti üstümden. Ne olduğunu bile anlamadım. Film bitti. 'TheEnd' vaziyeti yani!

Kendimi kefenler içinde Asri Mezarlığa gömülürken buldum. Arkamdan ağlayan da yok. 'Dur bakalım ne olacak' derken dokuz tahtanın altında epeyce bekledim. Baktım beklemekle olmayacak, doğruldum yerimden. Bir de ne göreyim: Cesedim JackieChan tepmiş gibi öylece yatıyor, ama ruhum Cesur Yürekteki William Wallas gibi hür general dolaşıyor! Senin anlayacağın, ayak takımını öbür tarafa da almıyorlar! Tövbe estağfurullah!

Mezardan çıkıp şöyle bir dolandım. Acemi hayaletiz ya, istemeden bir iki ademoğluna da göründüm. Baktım ki beni gören gulyabani görmüş Adile Naşit gibi oluyor, 'en iyisi kendime saklanacak bir yer bulayım' dedim. Düşününce aklıma Konak Sineması geldi. Geceleri kimsecikler olmaz. Gündüz de film oynarken karanlık… Kendi kendime dedim ki, geçersin en arka koltuğa, kimseye hissettirmeden sinema seyredersin!

İyi ki de öyle yapmışım… Ekmek elden, su gölden misali Konak Sineması'nın karanlık köşelerinde mutlu ve huzurlu bir hayalet olarak dolaştım durdum. İlyas Salman'la Çiçek Abbas, Küçük Emrah ile Acıların Çocuğu, Şener Şen ile Züğürt Ağa oldum. Uçurtmayı Vurmasınlar, İkinci Bahar, Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri, PianoPiano Bacaksız, İstanbul Kanatlarımın Altında, Salkım Hanımın Taneleri, Kahpe Bizans gibi filmleri defalarca izleme fırsatım oldu.

Hollywood filmleri de harikaydı… MelGibson'ınBraveheart,Julia Roberts'ınPrettyWoman, filmlerini nasıl unuturum? Leonardo DiCaprio'nun, BradPitt'in filmlerine kızların akın ettiği seneler…

2000'li yıllarda yeni yıldızlar da çıktı: Uğur Yücel, Çağan Irmak, Yılmaz Erdoğan, Haluk Bilginer, Cem Yılmaz, Özgü Namal, Ata Demirer, Şahan Gökbakar, Beren Saat, Tuba Büyüküstün…

Kendimce diyordum ki 'aslında sen cennettesin, Allah ölünce seni sinema cennetine koydu!'

Film aralarında, bazen dışarı çıkardım. Eski günleri anmak için Samsun simidi yiyen bir adam kılığında Konak Sineması'nın merdivenlerinde beklerdim. Bilenler bilir: Sadece sinema salonundan ibaret değildir burası. Samsun'un hayat damarlarındandır. Kentin buluşma yeridir. 'Konağın önünde buluşalım' lafını kullanmayan bir tek Samsunlu bulamazsınız. Gençler sevgilileriyle, evlatlar analarıyla, babalar kızlarıyla, öğrenciler sınıf arkadaşlarıyla, emekliler kahve arkadaşlarıyla burada sözleşirler.

Burası, derneklerin, sendikaların da toplanma yeriydi. Bir gün sağcılar, öbür gün solcular… Hak aramaya çalışanlar biraraya gelmek için 'Konak Sineması'nın önünde' randevulaştılar.

Dolmuş kuyruğuna giden İlyasköylüler, ayakkabı boyatan memurlar, bayram alışverişine çıkan ablalar, eczaneden ilaç alan ihtiyarlar, meydandaki bankalardan para çekmeye giden Samsunlular…

Ben nice Samsunlu gördüm, burada sevdiklerini bekleyen… Her hanım abla bana gün görmeden ölen anamı hatırlattı. Sessiz sedasız bekleyen her amca da ayakkabı tamircisi babamı… Her güzel kız bana bir türlü unutamadığım Papazköylü Nevin gibi göründü.

Sinemanın merdivenlerinde gelip geçene bakarken kendimi 'Konak Sineması'nın hayaleti MarlonBrando Mahmut' değil, 'Samsun'un ruhu' gibi hissettim.

Belki de onun için yoldan geçenler, 'Konak Sineması yıkılacakmış' dediklerinde inanmadım hiç… 'Bütün Samsunluların buluşma yeri bellediği yer yıkılmaz' diye düşündüm. Hatta esnaflar, 'satılmış, iş merkezi yapacaklarmış' dediklerinde de 'olmaz öyle şey!' diye geçirdim aklımdan.

Bu kenti idare eden belediye reisleri, milletvekilleri filan hiç mi sevdikleriyle buluşmadılar burada? Yıllardır burada toplanan dernekler, sendikalar sessiz mi kalacaklar? Gazete sahipleri, televizyoncular, köşe yazarları Konak Sineması'nda hiç mi film seyretmediler? Şu merdivenlerde hangi Samsunlunun acı tatlı bir anısı yok ki?

İlk kazma vurulduğunda anladım, yanlış düşündüğümü… Meğer geçmişine, hatıralarına hürmeti olan kimse kalmamış buralarda. Konak Sineması için gözyaşı dökecek bir hayırlı Samsunlu yokmuş…

Konak Sineması'nı yıkan iş makinelerini karşı köşeye geçmiş seyretmekle yetiniyorum. Elimde bir kavruk Samsun simidi… Ağlamaklı…

Geceleri kalacak yeni bir yer bakıyorum… Alışveriş merkezlerinin sinemaları var ama hiçbirisinde Konak'taki ruh yok… Çiftlik Caddesi tekdüze, Saathane Meydanı eski günlerinden uzak, Mithatpaşa Lisesi taşınmış, Samsun geçmişine yabancılaşmış…

Hani dedim ya, 'ben bir hayaletten çok bu kentin ruhuyum' diye… Samsun, ruhunu kaybetmiş de kimsenin kulak astığı yok…

Bilmem ki Asri Mezarlığa gidip çürüyen bedenimin yanında beklesem nasıl olur? Kırk sene evvel yarım kalan hicretimi tamamlaması için Allah'a yalvarsam…

Öyle ya… Konak Sineması ölmüş, ruhuna yaşamak mı düşer?