90'lı yıllar, Türkiye'nin en önemli dış sorunlarından birisi Balkanlar'daki gelişmelerdi. 1989'da Bulgaristan'da yaşanan asimilasyona tepki olarak Türkiye'ye yönelen büyük göç dalgası, hala hatırlarımızdadır. Yunanistan'da Batı Trakya Türklerinin lideri Dr. Sadık Ahmet'in cinayet kokan bir kaza neticesi vefatıyla üzülmüştük. Bosna'da yaşanan dram ise belki de hepsinden beterdi. Sırp katillerin şehit ettiği binlerce kardeşimizin acısı, bağrımızı delmişti…

2000'li yıllar, nispeten daha sakin geçti. Kosova'nın bağımsızlığı, Bulgaristan'daki Türklerin seçme seçilme haklarının tanınması, TİKA'nın Balkanlar'daki restorasyon çalışmaları, Makedonya başta olmak üzere Balkan ülkeleriyle vize duvarlarının kaldırılması, Yunanistan'la daha makul ilişkiler kurulması sayesinde sıkıntılı olmayan bir dönem geçirdik. Çok sayıda ortak AB projesi yapıldı. Turizm gelişti. Ticari ilişkiler arttı.

Bu olumlu gelişmelerde Ankara'nın izlediği dengeli ve isabetli Balkan politikalarının büyük katkısı olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Ancak son bir iki sene içinde Balkanlar'daki lale devrinin bitmekte olduğuna dair sinyaller gelmeye başladı.

Bosna'da zaten zor bir denge üzerine oluşturulan devlet yapısı Sırbistan'dan gelecek Rus etkisine çok açık… Makedonya ve Kosova'da Türk azınlıkların haklarında erozyon anlamına gelebilecek düzenlemeler oluyor. Üsküp'te Türk mimari varlıkların bozulmasına yol açan projeler hayata geçiriliyor. Bulgaristan'la ve Yunanistan'la göçmen krizi yaşanıyor. Yunanlılar ile Ege'deki kıta sahanlığı ve adalardan dolayı sınır anlaşmazlıkları, her an patlama potansiyeli taşıyor.

Bütün bunlar olurken Türk hariciyesi, Balkanlar'daki Türk – Müslüman varlığını birleştirici stratejiler izlemeyi ne yazık ki başaramıyor. Kosova, Makedonya ve Bulgaristan'da Türk siyasi hareketi bölünmüş durumda… Bu dağınıklığı gidermek için gerekli basiret, henüz gösterilebilmiş değil.

Son bir hafta içinde önce Yunanistan, sonra da Bulgaristan'dan gelen iki kötü haber Balkanlar'da sertleşmekte olan iklimin öncü fırtınaları gibiydi sanki…

BEŞ ASIRLIK OSMANLI CAMİİ KÜL OLDU

Dimetoka, Edirne'nin sadece 30 km. güneyine düşen tarihi bir şehir… Kısa bir dönem Osmanlı Devleti'ne başkentlik de yapan bu küçük Balkan kasabası, bugün Yunanistan topraklarında kalıyor.

Birçok Türk – Osmanlı eserine ev sahipliği yapan Dimetoka'nın en önemli kültür miraslarından birisi 1420 tarihli Çelebi Sultan Mehmet camisiydi…

'Camisiydi' diyorum, çünkü bu güzel tarihi eser artık yok! Geçtiğimiz günlerde ansızın çıkan bir yangın ile kül oldu…

Yunan makamlarına sorarsanız, ilk bulgulara göre yangının sebebi kundaklama değil… Devam etmekte olan restorasyon çalışmalarına bağlı olarak kaynak çalışmaları sırasında parlayan bir kıvılcımın yol açtığı küçük bir yangının, söndürüldüğü halde sonradan alevlenerek yangına yol açtığı sanılıyormuş.

Durum gerçekten böyle midir, yoksa görünmez bir el Türk izlerini silmek için iş başında mıydı, bunu asla bilemeyeceğiz.

Mimar İvaz Ağa'nın imzasını taşıyan bu tarihi eser hakkında, sanat tarihimizin medarı iftiharı Neval Konuk Hocamdan bilgi istedim. Anlattığına göre bu eser, Osmanlı mimarlık tarihinde yer tutan önemli bir baş yapıt imiş. Ahşaptan geçme kırlangıç kubbesi, ayakta kalan son örnek olarak biliniyormuş.

Netice itibarıyla Yunanistan'da kalan son Osmanlı izlerinden birisini pisi pisine kaybettik.

Yunanlılar, Türk makamlarının restorasyon yapmasına hiçbir zaman izin vermiyor. Muhtemelen bu eser de sahipsiz kalacak. Yunanlıların bu camiyi yeniden aslına uygun yapmasını bakalım ne kadar bekleyeceğiz.

Yeri gelmişken taşı gediğine koyalım: Türkiye'deki kiliseleri onarma yarışına giren belediyelerimiz acaba Yunan makamlarına bu hayırlı işi üstlenmeyi teklif ederler mi?

Hiç boşuna uğraşmasınlar: Yunanlılar kapı duvar oluyor böyle durumlarda!

Bizim kilise tamircilerine duyurulur!

BULGARİSTAN SEÇİMLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Nicedir Bulgaristan'daki Türklerin siyasi hareketi Haklar ve Özgürlükler Partisi kaynıyordu. HÖH'ün koalisyon ortağı olmasına rağmen beklenen hizmeti veremediğinden yakınanlar bir tarafa, parti içindeki bitmek bilmeyen çekişmeler artık saklanamıyordu.

Oysa 2005 seçimlerinde % 13 gibi müthiş bir oy oranına ulaşan ve parlamentoya 34 milletvekili sokmasını bilen HÖH, Bulgar hükümetinde üç bakanlıkla temsil edilebilmişti. 2009 seçimlerinde bu oran daha da gelişerek % 14,5 oy oranı ile 37 koltuğa çıkmıştı.

HÖH içindeki çalkantı, Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesinden sonra yaşanan krizde su yüzüne çıktı. Partinin genel başkanı Lütfü Mestan, Türkiye'den yana tutum alınca onursal başkan Ahmet Doğan tarafından görevinden alındı. Bunun üzerine HÖH'ten kopan gruplar, DOST ismiyle yeni bir Türk partisi kurdular.

Bu partiye, kuruluşundan itibaren gerek Türk hariciyesi gerekse Türkiye'deki Balkan kuruluşları büyük destek verdiler.

Enteresan biçimde Türk ve Rus ilişkileri iyileşme sürecine girdiği halde bu durum Bulgaristan'a yansımadı. Bulgarlar, bunu Türklerin siyasi açıdan bölünmesi için bir fırsata çevirmesini bildiler. Ayrılanları hepten dışlayan HÖH, Bulgaristan makamlarından destek aldı. Türkiye de bu süreçte inatlaşmayı tercih etti ve DOST'a yatırım yaptı.

Agresif bir seçim kampanyası yürüten yeni Türk partisi, Bulgar makamlarını çok rahatsız etti. Seçimler, iki ülke arasındaki siyasi ilişkileri gerecek boyuta getirdi. Bulgarlar, DOST'u engellemek için her türlü yola başvurdu.

Açıkçası DOST, tüm çabasına rağmen Bulgaristan içinde beklenen ilgiyi göremedi. Seçmen profili büyük ölçüde Türkiye'deki çifte vatandaşlık haklarına sahip Türklerden oluştu. Ancak seçim sandıklarında Kiril alfabesini bilmeyenlere çıkarılan zorluklar nedeniyle seçime Türkiye'den katılım oranı düşük oldu.Sonuç itibarı ile DOST, % 4'lük barajı aşamayarak beklenmedik biçimde başarısız sonuç aldı.

DOST'un % 3'te kaldığı seçimlerde diğer Türk partisi HÖH ise % 9 ile yetindi. Bir başka deyişle bölünmeden önce % 14,5'leri bulan oy oranı, toplamda 12'nin altına indi ve 2,5 puanlık bir oran Bulgar partilerine gitti. 37 olan milletvekili sayısı ise 26'ya düştü. Nereden bakılırsa bakılsın Balkanlar'daki Türk varlığı açısından kötü bir sonuçla karşı karşıya kalındı.

HÖH, Bulgaristan'daki Türkler kadar Roman (Çingene) ve Pomak kökenli Müslümanlara da hitap ediyordu. Görebildiğimiz kadarıyla DOST, aynı yelpazeye açılamadı. Pomak ve Romanların bir bölümü de bölünmeden sonra Bulgar partilerine döndü…

Bundan sonra ne yapmak lazım derseniz… 'Önce züccaciye dükkanına dalan fil yüzünden kırılıp dökülen parçaları tamir etmekte yarar var' cevabını veririm.