Tam bir hafta sonra sandıkla buluşacağız. Bu sandık sık sık önümüze gelen ve alışık olduğumuz seçim sandığı değil, referandum sandığı. Şu lideri veya bu lideri, şu veya bu vekili veya başkan adayını, kısacası siyaseti değil ülkenin sistemini, geleceğini oylayacağız.

TBMM'de 21 Ocak 2017'de kabul edilen ve 11 Şubat 2017 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 6771 Sayılı Kanun 18 maddeden oluşuyor ama yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tam 69 maddesini etkiliyor. Kimini esastan değiştiriyor kimilerini de iptal ediyor. Yürütme erkini -idarenin yeniden yapılanması ve bunun esaslarının belirlenmesi yetkisi de dahil olmak üzere- hükümetten alıp Cumhurbaşkanı'na veriyor, yasamanın yetkilerini, yargının ise yapısını değiştiriyor.

İktidar partisinin ve hükümetin bazı üyeleri, yapılan değişikliğin 'Cumhuriyetin ilanından bu güne yapılan en büyük reform' olduğunu ifade ediyorlar. Hatta 'Cumhuriyetin ilanı kadar, çok partili demokratik hayata geçiş kadar önemli" olduğunu öne sürenler de var. Destekleyenler bu önemi kıvançla vurgularken; karşı çıkanlar da benzer ifadeleri endişeyle dile getiriyorlar. Destekleyenler bunun ' sadece bir sistem değişikliği' olduğunu öne sürerken karşıtlar değişikliğin 'Cumhuriyet rejiminin sonu' olacağında ısrarlılar.

Hangi taraftan bakarsanız bakınız son derece önemli bir konu ama ne yazık ki olması gereken hukuk zemininde değil olmaması gereken siyaset zemininde tartışılıyor. Bir iki istisnasının dışında konunun uzmanı hukukçular susuyor konuya yabancı siyasetçiler konuşuyor. Sorun, siyasetçilerin konuşmasında değil hukukçuların susmasında. Siyasetçiler konuşacaklar ama hukukçular da susmayacak, onlar da konuşacak. Sadece aydın sorumluluğu değildir onların konuşmasını gerektiren, aynı zamanda hukuk adamlığı sorumluluğu da söz konusudur.

İster sistem değişikliği deyiniz ister rejim değişikliği, Fransızca kökenli bu iki kelimeden hangisini kullanırsanız kullanınız fark etmez, devlet yapılanmasında çok köklü değişiklikler oluyor. Baroların ve hukuk fakültelerinin özellikle de anayasa hukuku ana bilim dallarının bu konuda komisyonlar kurarak çalışmalar yapması ve görüşlerini açıklaması gerekmez miydi? Bizce böyle bir çalışma bir keyif bağışlama değil bir görevdi. Böyle bir çalışma her iki taraf için de ülke için de son derece aydınlatıcı, yararlı olurdu. Ne yazık ki yapılmadı.

Gönül, böylesine önemli bir değişikliğin çok daha uzun bir ön hazırlık ve çok daha geniş katılımlı bir çalışma ile gerçekleşmesini isterdi; olmadı. Şimdi yapılacak şey, sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın 17 Nisan'a barış içinde girebilmektir. Hem kazanan hem de kaybeden taraf bilmelidir ki bu ülke hepimizindir ve hepimiz 15 Nisan'da olduğu gibi 17 Nisan'da da yine bu topraklarda birarada yaşayacağız ve aynı kaderi paylaşacağız. Söz konusu dış tehditlere karşı buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.