Mütareke ya da daha net bir ifadeyle işgal İstanbul'unda hainler oldukça boldur ama vatanseverler de az değildir. Hainler bilinir de vatanseverler ya hiç bilinmezler ya da pek az bilinirler. İki paşa, iki sadrazam vardır Osmanlı'nın son dönemine damga vuran, biri ihaneti diğeri de vatanseverliğin temsilcisidir. İkisi de Osmanlı hanedanına oldukça yakındır. Birisi son padişahın eniştesi öbürü de dünürüdür. Haini yazmaya gerek yok, belli, daha adını yazmadan bildiniz sanırım; Damat Ferit, son padişah Sultan Vahdettin'in kız kardeşiyle evli. Ben onu değil, pek bilinmeyen ama mutlaka bilinmesi gereken Osmanlı'nın son sadrazamı ve son padişah Vahdettin'in dünürü Ahmet Tevfik Paşa'yı yazacağım.

Kökü Kırım hanlarına dayanır. Hayata süvari subayı olarak atılır ama kısa bir süre sonra hariciye teşkilatına geçer. Maslahatgüzarlık ve büyükelçilik görevlerinde bulunduktan sonra 1895'te Sultan İkinci Abdülhamit Han tarafından Hariciye Nazırlığına(dışişleri bakanlığına) getirilir. 1909'a kadar bu görevde kaldıktan sonra Cumhuriyetin ilanına kadar üç defa da sadrazamlık koltuğuna oturacaktır. Osmanlının son sadrazamıdır.

Batı, Sevr'i Damat Ferit Paşa'ya imzalatmıştır ama Türk milletine kabul ettirememiştir. Ankara'da yeni bir hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulmuştur. Millet ayaktadır. İngiltere Başbakanı Lloyd George'un öncülüğüyle Londra'da hem İstanbul hem Ankara hükümetlerinin çağrıldığı bir konferans düzenlenir. Lloyd George bir taşla iki kuş vuracaktır; bir taraftan Türklerin İstanbul ve Ankara diye ikiye bölündüklerini dünyaya gösterecek diğer taraftan da sağından solundan rötuşlayacakları Sevr'i Ankara'ya da kabul ettirecektir. Konferansta İstanbul Hükümetini Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, Ankara Hükümetini de Bekir Sami Bey temsil etmektedir.

Ahmet Tevfik Paşa yaşlı, yorgun ve hastadır. Kürsüye ağır adımlarla gelir, konuşmasını oturarak yapacaktır, dizlerine battaniye örtülür. Herkes merak içindedir. Zor işitilen bir ses tonuyla konuşur ama sözleri konferans salonuna bomba gibi düşer. 'Söz milletin asıl vekillerine aittir. Bundan dolayı Anadolu heyetine söz verilmesini teklif ediyorum' der ve susar. Herkes şaşkındır; ilk olarak Ankara Hükümeti'nin temsilcisi Bekir Sami Bey toparlar kendini, yerinden kalkar, gider büyük bir hürmetle ve ağlayarak Ahmet Tevfik Paşa'nın elini öper. 76 yaşındaki yaşlı, yorgun ve hasta Paşa kısa konuşmuş ama öz konuşmuştur ve Lloyd George'un tüm hesaplarını bozmuştur.

Toplantıdan sonra ziyaretine gidip 'Paşa hazretleri milletimize karşı bu tarihi günde gösterdiğiniz yakınlık ve hakkını koruyan davranışınızdan dolayı heyetimiz millet namına teşekkürlerini sunar' diyen Bekir Sami Beye verdiği cevap da muhteşemdir: 'Estağfurullah! Ben de bu büyük milletin aciz bir ferdi olmakla iftihar ediyorum.'

Veda ziyaretine gittiğinde Lloyd George konuyu o konuşmaya getirip 'Ankara'dan gelen bu haydutlar acaba hangi yoldan inlerine döneceklerdir' dediğinde de lafını esirgemez, 'Haydut dediğiniz bu kişiler, yurtlarını var güçleriyle müdafaa eden saygıdeğer vatanseverlerdir' der.

Paşanın bu tavrı içeride ve dışarıda büyük yankı uyandırır, yerli ve yabancı basında geniş yer bulur. Padişah gelişmelerden memnun değildir, eniştesi Damat Ferit Paşa'yı Londra'ya göndermeye kalkar, Ahmet Tevfik Paşa'nın şiddetli itirazları üzerine vazgeçer. Heyet İstanbul'a döndüğünde Padişah Paşa'ya hoş geldin demez. Paşa'nın istifaya hazır olduğu yolundaki mesajını da toplumsal tepkiden çekindiği için kabul etmez. Osmanlı'nın son sadrazamı Cumhuriyetin ilanından 13 yıl sonra 1936'da hayata gözlerini yumar.

Bu kadar değildir onunla ilgili olarak yazacaklarım, hele bir de oğlu İsmail Hakkı Beyin Kuva-yı Milliye emrinde düşmanla çarpışmak için Anadolu'ya kaçışı ve olay ortaya çıktığında Ahmet Tevfik Paşa'nın Sultan Vahdettin'e söylediği bir söz var ki onu yazmadan olmaz. Kısmet olursa onu da yarın yazacağım.