Aç köpekbalıklarının çevremizde dolaştığı dünya konjonktüründe, dünyanın gerçeklerini bir tarafa atarak, yalnız olarak yaşamanın imkanı yoktur. 21. yüzyılda dünyanın hassas dengeler içinde bulunduğunu kabul etmeye de mecburuz. Bu bakımdan Türkiye, kısa, orta ve uzun vadeli dış politika esaslarını ortaya koymak mecburiyetindedir. Soğuk savaşın hüküm sürdüğü SSCB ile ABD olarak ortaya çıkan iki kutuplu dünyadan bugünkü duruma gelmiş bulunuyor. Pekala, ABD ve Rusya çıkarlarının olduğu durumlarda beraberce çatışmadan hareket etmektedir. Hükümranlığı devam ettirmenin üç unsuru; güçlü bir ekonomi, bilimsel birikim ve güçlü askeri güçten geçtiği tartışmasız kabul edilmesi gereken hususlardır. Milletlerarası seviyede, merhamet ve acıma duygularının yeri yoktur. Aynı zamanda, daha önce de üzerinde durduğum gibi, hakkınızı ancak güçlü olduğunuz takdirde alabilirsiniz. Çok garip olan husus ise, tarihin kaydettiği bütün savaşlar, sözde barış için yapılır; ölenler hep masumlardır. Savaşlarda bir haklı bir de haksız taraf vardır. Fakat, bu tarafları birbirinden ayırarak, ortaya koymak çok zordur, ama elbette haksızlar, haksız oldukları için değil, yenildikleri için haksızdırlar. Büyük balık her zaman, küçük balıkları yutmuştur ve yutmaya da devam etmektedir. Özellikle, dünya nüfusunun bu artışı karşısında ve kaynaklar bakımından 'atrofi'nin yaşandığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Yani diğer bir deyimle, dünya yer altı ve yer üstü kaynaklarından yararlanmanın artışı(daha doğrusu azalışı) ile, nüfus artışının paralel gitmediği, bir durumla karşı karşıyayız. Bunun yıllar öncesinden farkında olan devletler kıyasıya bir yarışla bu kaynakları ele geçirme çabası içinde bulunmaktadırlar.

Bu kaynakları ele geçirme bakımından, tüm dünyayı içine alacak bir savaşın çıkacağını tahmin etmiyorum. Bu bakımdan süper güçlerin bir anlaşmaya vardıkları da gerçektir. Kuzey kutbundaki petrol şu anda paylaşılmış durumdadır. Böyle olmakla birlikte süper güçler, petrolün ucuz maliyetlerle elde edildiği ve dünya petrol rezervinin % 60'ını bulunduran Ortadoğu ülkelerine ağırlık vermekte ve bu alandaki savaşların temel nedeni de budur. Türkiye'nin bu platformda yeri de yoktur. Enerji bakımından dışa bağımlı olan ülkemizde, ileriye yönelik milli enerji politikaları da bulunmamaktadır. Bulunduğum üniversiteye, ziyaretçi Prof. olarak gelen bir dostum 'Türkiye'de petrol olmadığı için, Türklerin esef ettiğini, halbuki her ülkenin kaynakları iyi olarak kullanıldığı takdirde, bunun telafi edilebileceğini; Türkiye'nin büyük bir zirai potansiyeli olduğunu'söylemişti. On, on beş yıl öncesine rağmen; Türkiye tarımı bir çöküş içindedir. Bir ülkenin liderleri, liderlerin gücünden değil, ekonomik olarak, bilimsel olarak ve silahlı kuvvetlerinin gücünden, güç alarak politikalar üretirler.

Öncelikle, tarım ve sanayi başta olmak üzere üretimimizi artırmamız gerekir.

Tüm bunlara bağlı olarak ta, kısa, orta ve uzun vadeli dış politika projeksiyonları üretilmelidir. Bunun için de, dünya ülkeleri ile yakın ilişkiler içinde olma gereği ortadadır. Elbette, tüm bunlar, uzun bir süreç içindeki çalışmaları kapsayacaktır. Kısa bir dönem içinde dostlukların ortaya çıkması da mümkün değildir. Bu uzun süreli istikrarlı politikalar yürütmekle ortaya çıkar. Bunları yapamadığımız geçeği de ortadadır. Bu bakımdan dış politikalardaki kullanılan dil değişmelidir. Burada esas olan husus ise, karşılıklı saygıya dayanan ifadeler kullanılmalıdır. Popülizme ve hamasete meydan vermeden her şey ifade edilebilir. Saygılarımla.