İnsan neyse o olmalıdır. Miş gibi yaşamak, gerçekle yüzleşememek insanı hep yorar. Hepimiz bir şeylerin peşinden koşarız. Gerçekten aradığımız nedir? Gördüğümüz her şeye sahip olmak isteriz. Oysa fazladan sahip olduğumuz her şey bize yük getirir. Acaba sahip olduğumuz para, pul her neyse onları taşıyacak gücümüz var mı?

Ruhumuzu, gönlümüzü besleyen; bizi ayakta tutan direnç kaynağımız olan tinsel değerlerin bizi mutlu edeceğini de düşünüyor muyuz? Bizi birlikte, dirlikte buluşturacak sinerji birbirimizi anlamamızdan, sevmemizden geçiyor. Victor Hugo, insanın yaşadığı bu duyguları ne güzel ifade etmiş:

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh

Kalbi bağlayamaz mı?

Hasret; özlenenden uzak kalmak mıdır?

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, mal çalmak mıdır?

Saadet çalmak, müthiş hırsızlık olamaz mı?

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah,

Gülüş, kurşun olmaz mı?

Yine Oscar Wilde aşkı tanımlamış:

Yaşamanın kutsamasıdır aşk,

Erdemsiz kalanlara erdem verir de onları temizler

Şu dünyanın iğrenç kirliliğinden;

Bir ateştir arındıran altını artıktan,

Bir bahardır, kış toprağında

Saflığın bir gül gibi açmasını sağlayan...

İnsanoğlu yaşadığı sürece kültürden kültüre toplumdan topluma kalbinin sesini dinleyecek hayatını ona göre anlamlandıracaktır.