Düşman ordusu geldi, tankıyla topuyla kapınıza dayandı. Topraklarınızı işgal etti. Ama siz teslim olmadınız, toparlandınız, mücadele ettiniz, kaybettiğiniz toprakları düşmandan kurtardınız.

Peki ya düşman "bir tek kurşun atmadan" geldiyse... Dahası düşmana kapıları siz açtıysanız... Hele bir "demokrasi oyunu" ile kentin anahtarlarını teslim etiyseniz... O zaman topraklarınızı işgalden kurtarabilir misiniz?

***

İzmir, 15 Mayıs 1919'da işgal edildi. 9 Eylül 1922'de kurtarıldı. İstanbul, 13 Kasım 1918'de işgal edildi. 6 Ekim 1923'te kurtarıldı. Trabzon, 18 Nisan 1916'da işgal edildi, 24 Şubat 1918'de kurtarıldı. Adana 23 Kasım 1918'de işgal edildi. 5 Ocak 1922'de kurtarıldı.

Oysa 8 Kasım 1912'de kaybedilen Selanik bir daha asla geri alınamadı.

Benzer biçimde, 24 Mayıs 1920'de işgale uğrayan Batı Trakya ne yazık ki anavatandan koptu.

Çünkü, diğer vilayetlerin aksine Selanik ve Batı Trakya'nın işgal edilmesi düşman süngülerinden ziyade birer acı ihanet öyküsünün sonucudur.

***

İsterseniz Selanik'ten başlayalım anlatmaya: 1912'de patlayan birinci Balkan Harbi, utanç verici bir yenilgiyle sonuçlanmak üzereydi. Çeşitli cephelerde, Yunan, Bulgar, Sırp - Karadağ ordularına karşı bir dizi yenilgi alan Osmanlı ordusu dağılmıştı.

Balkanlardaki son derli toplu askeri birlik Selanik'teydi. Lakin Yunan ordusu güneyden kentin kapısına dayanmıştı. Kuzeyden Bulgarlar, batıdan ise Sırplar hızla Balkanların en önemli kentini ele geçirebilmek için hızla yaklaşıyorlardı.

Kenti savunmakla görevli Osmanlı Paşası Hasan Tahsin Paşa, bu esnada beklenmedik biçimde teslimiyetçi bir tavır sergileyerek Yunan veliaht prensi Konstantin'e elçi gönderdi. Yapılan gizli görüşmelerden sonra yapılan bir anlaşma ile bir tek kurşun dahi atılmadan koskoca kenti Yunanlılara altın tepside sundu.

Hasan Tahsin Paşa'nın bu kararı almasında ordudaki moral bozukluğu ve Selanik idare meclisinin "kentin tahrip olmaması için çaba gösterilmesi" talebinin etkisi olduğu söylenir. Ancak yaklaşık 25.000 kişilik donanımlı bir orduyla neden hiç direnmediğini anlamak imkansızdır.

Zorlu savaş koşulları, sadece Türkler için değil Yunanlılar ve diğer düşman orduları için de yıpratıcı olmuştu. Üstelik kış geliyordu. Selanik'te direniş için koşullar uygundu. Zira Yunan - Bulgar ve Sırplar arasında kentin kime ait olacağı hususunda bir mutabakat yoktu.

Arnavut kökenli olan Hasan Tahsin Paşa, her nedense sadece Yunanlılar ile uzlaştı. Bulgarların tekliflerini kabul etmedi. Kenti adeta Yunan Krallığına hediye etti.

Rivayet odur ki, bu hareketi karşılığında büyük bir rüşvet almıştı. Savaştan sonra ailesi Yunanistan'da varlık içinde yaşamını sürdürdü. 1918'de öldü. Cenazesi Selanik'in 20 km kuzeyindeki Balkan harbi müzesi bahçesinde, mermer bir anıt mezardadır. Aynı zamanda yaveri olan oğlu Kenan Mesare'nin (ölümü 1965) mezarı da aynı yerdedir. Her ikisi de Yunanlılar tarafından kahraman olarak kabul görmektedir.

"Eğer direnseydi ne olurdu" derseniz, Edirne örneğine bakmak gerekir. Balkan harbinden bir sene sonra Bulgar ve Yunanlıların kendi aralarındaki anlaşmazlıktan istifade eden Türk ordusu, Osmanlı'nın eski başkentini kurtarmayı başarmıştı. Muhtemelen kış şartlarında kenti işgal edemeyecek olan Balkan ülkeleri, kendi aralarında ganimet kavgasına tutuşacaktı. Selanik de Osmanlı toprağı olarak kalacak, en azından işgale direniş gösterildiği için ileride hak iddia edilebilecekti...

Hasan Tahsin Paşa'nın Balkan Harbi sonrası gıyabında Türkiye'de divanı harpte yargılanarak idam cezasına çarptırıldığını da bir kenara kaydedelim.

***

Hadi şimdi, diğer bir ihanet öyküsünden bahsedelim... Bu defa Selanik'e çok yakın olan başka topraklara, Batı Trakya'ya gideceğiz. Sadece bir kaç sene sonrası, 1919'da yaşanan korkunç ihanetin hikayesine değineceğiz.

Balkan harbinin ardından 1912 - 1918 arasında Bulgar işgaline uğrayan Batı Trakya'dayız bu defa... Nüfusun yüzde 87'si Türk olan ve Bulgar işgaline karşı 1913'te adında Türk kelimesi geçen ilk cumhuriyeti ilan eden soydaşlarımızın yurdundayız. Birinci Dünya savaşından yenik çıkan Bulgarların yerine savaşın galibi Fransızlar, İskeçe ve Gümülcine'ye asker çıkartmışlardı.

Wilson prensipleri gereği, bölgenin kaderine yine bölge halkı karar verecekti. Bunun için iki aşamalı bir referandum düşünülmüştü. Birinci aşamada temsilciler seçilecek, ikinci aşamada ise seçilen temsilciler nihai kararı oy çokluğuyla verecekti. Bu vaziyet, tamamen Türklerin lehineydi. 12 mayıs 1919'da sandıklar kurulmuş, "annem beni yetiştirdi, bu yerlere yolladı" marşı eşliğinde güle oynaya sandığa gidilmişti. Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Türk nüfus, sandığa ağırlığını koymuş ve 8 kişilik heyetin beşini seçmişlerdi. Kalan üç kişi ise Bulgar, Yahudi ve Rum azınlığın temsilcisiydi.

Temsilci heyetinin önünde iki seçenek vardı: Ya Fransızların gözetiminde bağımsız Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kurulacak veya Yunanistan'a bağlanılacaktı. Heyetin etnik dağılımına bakıldığında sadece Yunan üyenin kesinlikle bağımsızlığa karşı çıkacağı, Bulgar ve Yahudi temsilcilerden şüphe edilse dahi çoğunluğu elinde tutan Türklerin bağımsızlığa geçit vereceğine muhakkak gözüyle bakılıyordu.

Ancak 14 Mayıs 1919'da yapılan oylamada hiç beklenmedik biçimde neticelenecekti: Bulgar ve Yahudi delegeler ile birlikte Türk üyelerden sadece Hacı Yusuf bağımsızlık için oy vermişti. Diğer dört Türk temsilci, Rum üye Zoidis'le beraber Yunanistan'a katılma lehinde oy kullanmıştı.

Oylamanın 5-3 bağımsızlık aleyhine çıkması Türkler arasında çok büyük tepkiye yol açmış, sokak eylemleri yapılmış, Süleyman Askeri Efendi öncülüğünde bir milis ayaklanmasına girişilmiş, hatta ayrı bir Türk hükümeti dahi ilan edilmişti. Ancak Kasım 1919'da toplanan Paris Neully zirvesinde temsilciler meclisi kararı uyarınca Batı Trakya Yunanistan'a verilmiş, mayıs 1920'de Yunan ordusu Gümülcine'ye girmişti.

Eğer oylamada bağımsızlık kararı çıksaydı, bunun nihai sonucunun ne olacağının emsali, Hatay'ın Türkiye topraklarına katılması süreciyle izah edilebilir...

Ne yazık ki Türkler, yüzde 87 çoğunlukla sandığa gittikleri referandumda seçtikleri beş temsilciden dördünün ihanet etmesi yüzünden özgürlük fırsatını kaçırmışlardır.

***

Özetleyecek olursak, düşman tankıyla, topuyla, süngüsüyle topraklarınızı işgal ederse bunun çaresi var: Geldikleri gibi giderler neticede!

Ama ihanet sonucu kaybedilen topraklar bir daha ay yıldızın gölgesini asla göremiyor ne yazık ki!