Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 17 Haziran 2014'deki AK Parti grup toplantısında 'gençlere tavsiye ettiği' Zeytindağı adlı harika kitabı okumanın tam da zamanı. Sadece gençlerin değil herkesin, hele de Ortadoğu ve Körfez'deki ateşin giderek sınırlarımızı tehdit ettiği şu günlerde, her Türk vatandaşının mutlaka okuması gereken bir kitap Zeytindağı. Bir de Türkçe sevdalılarının.

Falih Rıfkı Atay'ın bu hacimce çok mütevazı, üslupça muhteşem, muhtevaca çok zengin, ders olarak da ibretamiz eserini okumak; hem bölgeyi anlamak, tarihten ders çıkarmak hem de Türkçenin lezzetine varmak için son derece önemli.

Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı'nda vatani görevini Dördüncü Ordu Komutanı ve Suriye ve Hicaz Genel Valisi Cemal Paşa'nın emir subayı olarak yapar. Kanal seferine katılır, Filistin, Suriye, Lübnan, Ürdün'de bulunur, o dünyayı ve dünyadaki Arapları yakından tanır. Osmanlı'nın yaptığı fedakarlıkları ve gördüğü ihanetleri çok yalın bir üslupla ama hafızalardan bir daha çıkmayacak bir şekilde anlatır.

Ünlü ekonomist Prof. Dr. Mahfi Eğilmez 'Osmanlı Dış Borçlanmasından Menkul Kıymetleştirmeye' başlıklı makalesinde Norman Cousins'den 'Tarih, geniş anlamda bir erken uyarı sistemidir' cümlesini alıntılar. Eğer tarih gerçekten 'bir erken uyarı sistemi' ise ki bence de öyledir, Zeytindağı'nı okumanın işte sırf bunun için de tam da zamanıdır. O konuşmasında Sayın Erdoğan gençlere, Fahrettin Türkkan Paşa'nın Medine Müdafaasını da önermişti; onun da tam zamandır. Medine Müdafaasından bir önceki yazımda merhum Metin Erksan'ın on on beş saniyelik bir jenerik öncesi senaryosuyla bahsetmiştim, tekrar dönmeyeceğim o konuya ama Zeytindağı'ndan bugün ve muhtemel yarın da küçük ama önemli alıntılar yapacağım sizler için.

Acıdır tespitleri Atay'ın; tıpkı şunun gibi: 'Biz Kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kağıdı değil, ne Türkçe ne de Türklük geçiyor. Floransa ne kadar bizim değilse Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turist gibi dolaşıyoruz.' Kudüs'ü kutsal kabul etmiş ve asırlarca kan ve can vererek korumuş bir imparatorluğun evlatlarının o kentin sokaklarında turist gibi dolaşmasındaki acı ne büyük, o tecrübeden çıkarılacak dersler ne kadar önemlidir değil mi?

Falih Rıfkı, o topraklarda 'Türkleşmiş hiçbir Arap görmediği gibi Araplaşmamış hiçbir Türke de rast gelememekten' yakınır. 'Arap milliyetçiliği güden Şamlı Azimzadeler, Konya'dan gelme Kemik Hüseyin torunları idi' der ve 'Halep'in esas familyalarının asılları Türklerdi. Osmanlı İmparatorluğu'nda itibar, azınlığın imtiyazı olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalıydı' diye ekler.

Bir Yusuf Hani'den bahseder. Yusuf Hani, Türk düşmanıdır ama Falih Rıfkı'nın ifadesi ile 'Arap milliyetçisi olduğu için Türk düşmanı değildir. Türk düşmanlığı moda olduğu ve zarar da vermediği için öyledir.'

O topraklarda ya da bu topraklarda dünden bugüne değişen ne var?

Çöl gerçeği üzerine de acı tecrübeleri ve ibretlik tespitleri vardır Falih Rıfkı'nın. 'Çöl ve yarı çölde kuvvetten başka hiçbir menfaat hüküm sürmez ve akşamki gerçek, ortalık ağarmadan tersine döner.'

Ortadoğu yangını genişlerken o yangından mümkün olduğu kadar uzak kalmak ya da yangına körükle gitmek arasında seçim yapmadan önce 'geniş anlamdaki uyarı sistemine' bir an olsun kulak vermekte fayda var sanırım.

Gerçek sandığımız sanal görüntüler tersine dönmeden, gerçek bir politikaya dönmenin zamanı gelmedi mi dersiniz?