Dünya üzerinde gelişmiş olarak bulunan ve halklarına demokrasinin nimetlerini sunmuş olan birçok ülke bulunmaktadır. Bu ülkelerde yaşayan insanların sayısı, takribi olarak bir milyar civarındadır. Bu ülkelerde insan hakları, beslenme ve barınma, eğitim hizmetleri gibi diğer birçok husus halledilmiş bulunmaktadır. Elbette, burada bir husus üzerinde durmak gerekir ki, bu ülkeler, sadece kendi yer altı ve yer üstü kaynaklarından değil; diğer az gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerin kaynaklarını kullanmaktadır. Buna bir örnek olarak şunu verebilirim ki, sadece ABD, dünya enerji tüketiminin % 60'ını tükettiğini söyleyebiliriz. Gelişmiş ülkelerde beslenme problem olmadığı halde, obezitenin büyük bir yüzdeye tırmanması ise problem olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde 'ben güçlü olduğuma göre dünya nimetlerinin çoğunu kullanmak benim hakkımdır' anlayışı bulunmaktadır. Az gelişmiş veya gelişmemiş ülkelerin diğer dezavantajı ise, yer altı ve yer üstü kaynaklarını, finansal veya teknoloji yetersizliği sebebiyle kullanamamaktadırlar. Durum böyle olunca da 'biri yer diğeri bakar, kıyamet ondan kopar' sözünün doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkeler, 'bir elleri yağda, bir elleri balda' örneği, dünya nimetlerini müsrifçe yağmalarken, dünya üzerinde bir milyar civarında insan ise, açlıkla karşı karşıya değil açtır. Birkaç milyar insan karnını zor şartlarda doyurmakta, diğer birkaç milyar insan ise dengesiz beslenme ile karşı karşıyadır. Bu halklar, tüm bunlardan başka, barınma, yaşam ihtiyaçlarını temin edememekte, eğitim-öğretimden çok uzak olarak yaşamlarını sürdürmektedir.

Bunları gören az gelişmiş ülke veya gelişmemiş ülke halkları, gelişmiş olan ülkelere kapağı atacak olurlarsa, onlar gibi yaşayacaklarını ümit etmektedirler. Elbette, demokrasi kelimesinin bile geçmediği bu ülke halklarına idarecilerin uyguladıkları mezalim ise ayrı bir konudur. Buna en yakın örnek, ülkemize iltica eden 3 milyonun üzerindeki mülteci gösterilebilir. Temelinde suçlu olanlar Batılılar ve Suriye idaresi olmasına rağmen bunun ceremesini Türkiye Cumhuriyeti çekmektedir. Her insan, doğup, büyüdüğü, kültürünü aldığı, vatan olarak bellediği topraklarda yaşama hakkına sahiptir, amma bu sahip olmaya rağmen; bunu anlatacağımız ve sorunun çaresini bulacağımız bir merci de bulunmamaktadır. Hiç de kolay değil, köklerinden uzaklaştırılan bu kişilerin, çok güç şartlardaki ortama ve değişik bir kültüre adapte olmaları da zordur. Türkiye'de sadece canları emniyet altındadır. Bunun için de, çeşitli, yollara başvurarak Batıya iltica emek istemektedirler. İltica ettikleri takdirde orada, onları nasıl bir yaşamın beklediği de meçhuldür. Avrupa'nın birçok ülkesine yaptığım gezilerde, onların sefil durumlarını, ancak acı acı seyrediyorum. Burada bana çok garip gelen husus ise, Müslüman kitlelerin, Hristiyan olan ülkelere doğru olan ilticalarıdır. Kendi Müslüman idarecilerinin zulmünden kaçarak, can güvenliğini bulacakları Hristiyan ülkelere doğru ilticadaki tenakuzu görmemek mümkün değildir. İslam için ne acı bir durum değil mi?

Burada bir husus üzerinde durmak isterim ki, yeri geldiği zaman kan dökerek; yeri geldiği zaman terlerini dökerek yaşanılan yeri vatan yapmak birinci derecede önemlidir. Bu gün Avrupa Birliği'nin müktesebatını çok iyi biliyoruz. Niçin onları ülkemizde uygulamıyoruz ki? İnanın buna bir engel yoktur ve Türk insanı, tüm bunlara layıktır. Başka ülkelerin gelişmiş olmaları bir kıskançlık ve bilimle çalışarak onlar gibi olanın yolu olmalıdır. Saygılarımla.