"Dünyaya bir katkıda bulunmadıysanız zararlı olduğunuzu söylemek zor, fakat faydasız olduğunuzu söylemek kolay."
Herkesin çalıştığı alanın dışında kendine göre merak duyduğu bir uğraşı muhakkak var. Yoksa da olması gerekir. Çünkü günlük iş yoğunluğu, insanı yorar. Belirli bir zaman sonra sıkılmaya başlar. Bu can sıkıntısı insanı tüketir. Kendine ve toplumuna karşı sorumluluklarını yerine getirmeden alıkoyar; insanı tembelleştirir. İnsan, düşünen, duyan, hisseden bir varlıktır. Doğada tek başına, insanlardan uzakta, yaşayamayan tek varlık insandır. İnsan toplumdan uzaklaştıkça sosyalleşmesi, hayata bağlılığı azalır. İnsan deyince aklımıza "sorumluluk" gelmektedir. Bu sorumluluk duygusu sayesinde toplumsal gelişmeye ve kalkınmaya katkıda bulunur. Bu sorumluluktan kurtulan insan yalnızlaşır, bencilleşir. İnsanın kendisiyle ve toplumuyla bağını koparması bir bakıma kültürden, sanattan da kopması anlamına gelir.
Hep sormuşumdur: En ufak bir olumsuzlukta benzin gibi parlayan gençlere ne demeli? Hep üstünlük sağlama, başkalarının yokluğunda kendini var etme anlayışı. Böyle bir dünya yoktur. Hepimiz birbirimize saygılı olduğumuz sürece bizi insan kılan anlayışlara ulaşabiliriz.
İnsanın kendine ve toplumuna olan sorumluluğu ,iş, aş üretmekle , ilime ve kültüre katkı yapmakla daha bir somut hale gelir. Çalışırken, bir şeyler üretirken yeşili koruyarak kalkınmanın bizi daha mutlu edeceğini hep düşünmeliyiz. Böylece doğaya karşı sorumluluk bilinci hiç kaybolmaz. Günlük iş yaşamının dışında binlerce insan, hiçbir şeyle meşgul olmadan zamanını tüketiyor. Şehirler bizi topraktan, doğadan koparıyor.
Ne yapıp edip insana ve doğaya karşı sorumluluklarımızın bilincinde olarak yaşamalıyız. Çünkü yaşadığımız dünyayı biz bizden önceki yaşayan insanlardan devraldık. Biz de gelecek nesillere devredeceğiz.Zaten biz de bu dünyada emanetçi değil miyiz?