Kültür kelimesi, latince asıllı cultura veya culture kelimesinden gelmiş olup, Türkçe ekin kelimesi ile aynı anlamdadır. Kültür 'bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, geleneksel durumdaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının tümü' olarak tarif edilebilir. Diğer bir deyimle,' tarihsel ve toplumsal gelişme süreçleri içinde, yaratılan her türlü değerlerle, bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü' olarak da ifade edilebilir. Bu tariflerden de görüleceği üzere, burada egemen olan, fikir, sanat ve bunları içine alan konular da bulunmaktadır. Burada akla gelen, bir kültür özellikle belirli topluma has ve onun rengini belli etmesine rağmen, diğer kültürlerden etkilenebilir mi? Sorusudur.

Tarihi süreç içinde, değişik kültürlerin birbirlerinden etkilendiğini görüyoruz. Yalnız, kültürlerin kendilerine has olan özelliklerini muhafaza edebilmeleri için, etkilendiği kültüre ait hususları kendi içine sindirmesi gerekmektedir. Tarih boyunca gördüğümüz birçok barbar kavim, kendilerinden yüksek kültüre sahip olan halkları idareleri altına alabilmekle birlikte, bir süre içinde, yüksek kültüre sahip halkların içinde eriyerek yok olmuşlardır. Bu bakımdan da kültürün devamlı bir gelişme süreci içinde olması gerekir. Yalnız, bu gelişme süreçleri içinde, kendine has olan özelliklerini kaybetmemesi gereği ortadadır. Kültür kavramı içinde, maddi olarak ortaya çıkan; yapısal özellikler, giyim kuşam, bina, barınaklar gibi hususları olduğu gibi,

inançlar dizisi, gelenek ve görenekler de yer almaktadır. Tabiatıyla bütün bunlar kültürü meydana getiren unsurlardır. Elbette, zaman içinde bunlarda da değişimler, gelişmeler ortaya çıkmaktadır. Toplum kendine has olan bu değişikleri ve gelişmeleri yaratmaktadır.

Endülüs Emevi devletinin, bilimde yarattığı hoşgörü ile Avrupa'nın birçok yerinden bilim adamlarını Kurtuba (Cordoba)'ya yerleşmelerini ortaya koymuştur. Burada Hristiyan bilim adamları ve Endülüs bilim adamlarının beraberce çalıştıklarını görüyoruz. Şu açıktır ki, Endülüs'teki İslam felsefecileri, İbn Rüşd (1126-1198) ile İbn Arabi (1165-1240), Avrupa'da felsefe ile hür düşünüş tarzını etkileyerek, Rönesans'ın ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Ünlü Alman felsefecisi, George Wilhelm Friederich Hegel (1770-1831) de yukarıda isimlerini yazdığım İslam Felsefecilerinden etkilendiği kabul edilmektedir. Buradan da görüleceği üzere, felsefe bir milletin tekelinde olmadan diğer kültürleri de etkileyebilmektedir.

Buraya kadar olan ifadeler ile kültürün içinde bulunulan halkın tümünü ilgilendirdiği ortaya çıkmaktadır. Yalnız, kültürdeki değişimler, daha doğru bir ifade ile gelişmeler, içinde bulunulan toplumun çıkardığı, yazarları, düşünürleri, sanatkarlarının ehliyetine, başarılarına paralel olarak ortaya çıkmaktadır. Zihinlerin yaratıcı olarak yeni fikirleri ortaya koyabilmeleri, okumak, çok okumak; araştırma yapmak ve çalışmakla mümkündür. Bugün moda olan taklitçilikle bir yerler varmak mümkün değildir. Ortaya çıkan bazı hususlar saman alevi gibi sönmeye mahkûmdur. Bir şeyin veya şeylerin bizim olması, onları ortaya koyanların içimizden çıkması ile mümkündür. İşte, o zaman biz oluruz, kültürü meydana getiren unsurlar ise bizim eserimiz olur. Tüm bunlarla, ham bir milliyetçilik yapmak da istemiyorum. Sonsuza doğru uzanan zaman içinde, milletlerarası seviyede kendimize has bir desen ve bir varlık olarak yerimizi almak durumunda olduğumuzu ifade etmek isterim. Saygılarımla.