Şu bizim vatan batarsa şu 'bizim oğlanlar' yüzünden batar. Şu bizim 'ebet müddet' dediğimiz ölümsüz devlet de yıkılırsa şayet bilesiniz ki yine şu 'bizim oğlanlar' yüzünden yıkılır. Şu 'bizim kızlar' demiyorsam ' bizim kızlar bizim oğlanlardan daha iyi oldukları için' değil biz hala erkek egemen bir toplum olduğumuz içindir.

'Bizim oğlanın' en belirgin vasfı bilgisi, erdemi, ahlakı, liyakati ve kıdemi değildir hatta sadakati bile hiç değildir. 'Bizim oğlanın' tek meziyeti güç bizde olduğu sürece bize olan itaatidir. Sadakati demiyorum, bağlılığı demiyorum. Sadakat zor günde sınanır. Halbuki, bizim oğlan zor günde değil var günde bizimledir, yokluğu değil varlığı paylaşmak içindir onun bize susta duruşu. Düşmeyi beklemez 'bizim oğlan' tekmeyi basmak için, efendisinin oturduğu koltuğun sallanmaya başlamasıyla birlikte 'bizim oğlan' da yeni efendiye kuyruk sallamaya başlar. Düşen efendiye en öldürücü darbeyi onun yetiştirdiği şu 'bizim oğlan' vurur.

Şu 'bizim oğlanlar' sadece iktidar kapısında değildir. Çoğunluğu ve daha zekileri oradadır ama orada yer kapamayan daha çapsızları da muhalefetin safındadır 'ne olur ne olmaz günün birinde feleğin çarkı bizden yana da döner' umuduyla. Bir de iktidar kapısını kendisine kapatan öteki oğlana duyduğu hınç vardır konumunu belirleyen ve içini kemiren. Onu da hesaba katmak gerekir.

'Bizim oğlanın' ya da 'oğlanların' efendisinin kapısında ve efendisinin kesesinden beslenmesinde bir sakınca yok. Alan razı veren razı olduktan sonra kime ne demek düşer ki. Sorun ya da sakınca 'bizim oğlanın' ağa kesesinden değil devlet kesesinden beslenmesinde ve hele de devlet çarkında söz sahibi kılınmasında. Tüyü bitmedik yetimin hakkının hak etmemiş 'bizim oğlana' aktarılması ve de 'ehline verilmesi' emredilen devlet çarkının 'bizim oğlanların' eline verilmesinde.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda 'Demokrasinin vazgeçilmez unsurları' olarak tanımlanan siyasi partilerin, bir türlü kendi iç demokrasilerini kuramayışlarının hem sebebidir şu 'bizim oğlanlar' hem de kaçınılmaz sonucudur. Muhalefetin de bir türlü iktidar olamayışının temelinde de şu 'bizim oğlanlar' olsa gerek. 'Gitti Gülsüm geldi Gülsüm, Mevla ettiğini bulsun' sözü bir fantezi değil acı tecrübelerin bu halka öğrettiği bir hikmetin ifadesidir sanırım.

Dilden dile aktarılır Allah'ın 'bana kul hakkıyla gelmeyin' dediği. Doğrudan öyle bir ayet yoktur ama biz Allah'ın 'kul hakkı' dışındaki tüm günahları affedeceğine inanırız. İyi de nedir kul hakkı? Sadece parayla pulla ölçülen şeyler midir? Parasını çalmakla istikbalini çalmak farklı mıdır? Şu 'bizim oğlanlara' peşkeş çektiğimiz makamlar, mevkiler ve ayaklarına serdiğimiz imkanlar çalınmış 'kul hakkı' değil midir? 'Dindar nesil yetiştirmek' gibi kulağa ve gönle hoş gelen bir söylemin ardından imtihan sorularını çalarak 'bizim oğlanlara' vermek, bu milletin öteki evlatlarının hakkını çalmak değil midir? Hakkıyla kazananı canından bıktırarak okulunu terke zorlamak, kumpaslarla terfilerini engellemek ve onlardan boşalan yerlere şu 'bizim oğlanları' yerleştirmek hırsızlığın en ağırı, en adisi istikbal hırsızlığı değil midir, bu kul hakkı yemek değil midir? Sadece kul hakkı mı? Millet hakkı da değil mi aynı zamanda? Dağıtılan ordu, çökertilen adalet milletin değil mi?

Örnekleri alabildiğine çoğaltmak mümkün ama gereksiz; çevremize bakmamız yeter de artar bile. İktidarıyla muhalefetiyle, o partisiyle bu partisiyle, kamusu ve sivil toplumuyla birçok kurumumuzda bu hastalığın izlerini az veya çok görmek mümkün. Şu 'bizim oğlanlardan' kurtulmadıkça, gerçek kurtuluşa ulaşmamız mümkün değil.