Tek kelimeyle bir ihanettir 15 Temmuz. Ve acıdır ki bastırılırken bile hedefe ulaşmıştır! Hedefi bu milletin en temel kurumlarını ele geçirmek, bunu başaramazlarsa da en azından tahrip etmekti, darbeyi başaramadılar ama kurumları tahrip etmeyi başardılar. Ne zaman ve hangi milli maliyetle sarılır yaralar, yıkılan kurumlar yeniden nasıl ve hangi süreçte kurulur, maliyeti ne olur, bilinmez.

Bir ihanettir, hiç tartışılmaz ama salt bu kelimeyle de tanımlanmaz, tanımlanamaz. O gafletin, bir de devleti yeterince bilmemenin koynunda büyümüş ihanettir. 'Alnı secdeye değen adama' tanınan hoşgörünün bir süre 'devleti ele geçirmeye kalkışacak bir ihanete' dulda olacağı, akıllara ya hiç gelmedi ya da pek fazla önemsenmedi. Dün 'kıblemiz bir insan' tanımlamasının toleransını devleti ele geçirme ya da devlet kurumlarını tamamen çökertme ihanetine perde yapanların bu ihanetinden gerekli dersler çıkarılmazsa yarın da güç sarhoşu başkalarının benzer kalkışmalarıyla karşılaşmamız şaşırtıcı olmaz. Osmanlı tarihi 'devlet himayesinde zenginleşen kimi tarikat ve cemaatlerin talihsiz ama bir o kadar da hazin maceraları' ile doludur.

Kimin az kimin çok suçlu olduğu elbet konuşulacaktır ama bu o kadar da önemli değildir. Değildir; çünkü bir grubun az suçlu olması öbür grubun çok suçlu olmasını ortadan kaldırmaz ya da tam tersi birinin çok suçlu olması az suçluyu aklamaz. Çok dallandırıp budaklandırmaya gerek yok her şey hepimizin gözü önünde oldu; hepimiz suçluyuz. Kimimiz gönül ve fikir birliği kimimiz de çıkar birliği yaparak ya yardımcı olduk ya da görmezden geldik. 'Ben hiçbir şey yapmadım' diyenlerimiz de susarak suça ortak olduk. Acıdır ama ne yazık ki uzunca bir süre şu veya bu gerekçeyle devlet kurumlarının ele geçirilmesine, milli ve dini değerlerin içinin boşaltılmasına ve en az bir neslin hatta iki üç neslin çalınmasına sessiz kaldık.

Her şeyi tane ya da kiloyla, kısacası rakamla ölçmeye şartlanmış kafalarımız, 'bizden alınan evlatlarımızın' hesabını hiç tutmuyor. Biz onları 'hırsızlıkla' suçlarken sadece çaldıkları imtihan sorularına takılıp kalıyoruz. O soru hırsızlığı asıl büyük hırsızlığın sadece bir aracı, bir unsuruydu. Onlar bu ülkenin yetişmiş ya da yetişmeye/yetiştirilmeye en hazır genç beyinlerini çaldılar; bir kısmını kendilerine köle yaptılar, köle yapamadıkları öbür kısmını da bin bir komployla devletten attılar/attırdılar. Çalınan, ülkenin özgür düşüncesi ve istikbaliydi. Bunun maliyetini kim hesaplayabilir?

Orduyu, adaleti ve eğitimi yeniden ve bir daha şunun ya da bunun eline geçmeyecek/geçirilemeyecek kadar sağlam kurallarla yeniden inşa ve ihya etmek zorundayız. Ve ahlakı, şekilde değil özde ahlakı her kurumun olmazsa olmazı kılmak durumundayız.

Yolumuz uzun ve engellerle dolu. Ötekiler, hani şu bazen haçlılar bazen emperyalistler falan dediğimiz ama son zamanlarda daha çok 'üst akıl' diye tanımladığımız ötekiler yarışta bizden çok önde. Onlardan iki üç misli hızla koşmak zorundayız önce yetişmek sonra da geçmek için bu uluslararası bayrak yarışında. Bunu da ancak birarada ve birbirimize omuz vererek başarırız.

'Omuz vererek' deyince aklıma geldi, acaba iki genel başkan Sayın Yıldırım ve Sayın Kılıçdaroğlu konuşsa, anlaşsa ve 'adalet' için yola çıkanlar 'demokrasi' meydanında nöbet tutanlarla buluşsa, kucaklaşsa ve birlikte nöbete dursaydılar; iki liderin elini de Sayın Bahçeli havaya kaldırsaydı. Biliyorum olmaz ama hayali bile güzel, en azından benim için… Siz ne dersiniz?

Allahım, bu milleti, bu ordu milletlerin en savaşanı en çetini, bu 'Büyük Türk Milleti'ni dış düşmanların saldırısından, içerideki hainlerin ihanetinden sen koru. Sen kadir ve mutlaksın.