12 Eylül 1980 darbesi öncesi hain tuzaklar, fikir fraksiyonları üzerine kuruluydu. Gençliği memleketi kurtarma kara sevdasına düşürüp faşist-komünist ithamlarıyla çatıştırmak için ne tuzaklar kurulmuştu, ne tuzaklar! 1978'de ülke tam anlamıyla faşist-komünist tandanslı kurtarılmış bölgelere bölünmüş, bu bölgelere karşıt görüşten olanlar giremez olmuştu. Sık sık da bu bölgelere kimliği belirsiz kişilerce saldırılar oluyordu. Kahveleri bile tarıyorlardı. Tarananların yakınları da bunu karşıt fikir mensupları yaptı sanıyordu. Böyle böyle Sivas, Kahramanmaraş, Çorum kitlesel olayları yarattılar. O günlerin birinde Çorum'dan geçerken esnafla mülakatlar yaptım. Ne oldu burada dedim?

'Gümrük ve Tekel Bakanı ülkücü Gün Sazak'ın öldürülüşünü protesto etmek için bir grup bildiri dağıtıyordu dükkan dükkan, sonra bir patlama oldu, ardından camiye bomba atıldı feryadı duyduk. Grup koşuşmaya başladı ve çoğaldı. Jandarma müdahale edeceğine seyrediyordu, çığ gibi büyüdü kalabalık, kim neyin peşindeydi anlayamadık(!)' dediler. Bazıları da faşist-komünist ifadeleriyle suçlamalarda bulunuyordu.

Millete Alevî-Sünnî çatışma senaryosuyla tuzak kurulduğu ayan beyan ortadaydı. O günlerde bunu fark edip bir ve beraber hareket etmesi gereken bütün siyasîler köşe kapmaca oynuyor, bir tarafa yaranmak için irrite edici açıklamalar yapıyordu sürekli. Yazık ki kurulan bu tuzakların perde gerisini hesaplayamamıştı o günün gözde siyasetçileri, kanaat önderleri, sivil toplum liderleri. Tuzak içinde kıvranırcasına birbirlerini suçlamaya devam ediyorlardı. Fatsa olayları konusunda iktidar-muhalefet birbirini suçlama yarışına girmişti adeta. İktidarın atadığı Ordu Valisi için muhalefet milletvekili bağırıyordu:'Bu vali derhal defolup gitmelidir.'

Sonra Kenan Evren yöreye geldi. Samsun Valisi kendisine şöyle diyordu: Fatsa'dan geçerken yüksekten uçun paşam, düşürebilirler sizi(!) Paşa dönünce Ankara'ya, asker harekat yaptı Fatsa'ya. Dağ taş aranıyordu derken zavallı Halil İbrahim de militan sanıldı, vuruldu asker kurşunuyla. Şair Dursun Ali Akınet şiir yaktı akıbetine, Musa Eroğlu da o şiiri besteledi. Halil İbrahim'in acısı türkü oldu çalıyor bugün medya organlarında hala! Çok geçmeden de ordu emir komuta zinciri içinde yönetime el koydu. Köşe kapmaca oynayanlar, bütün köşelerin ellerinden gittiğini görünce şoka girdiler, yaşayarak öğrenmeleri gereken şuydu: Çatışmanın galibi yoktur.

Acılar acıları kovalıyordu artık, iş işten geçmişti. Darbe yapılmıştı ama millet canından bezdiği için buna direnmemişti. Allah o günleri bu millete bir daha yaşatmasın. Yaşadık, gördük Vebal dedik romanını da yazdık! Günümüz siyasetçileri de o günlerden pek ders almış görünmüyor. Almalılar!

Medyadan duydum: Anamuhalefet lideri ülkeyi güvensiz göstermiş yabancı bir dergiye. Olacak iş mi bu? İnşallah doğru değildir. Doğru değilse bile belli ki tarihte gördüğümüz tuzak kurma çalışmaları sürdürülüyor ve kamuoyu çatışması yaratılmaya çalışılıyor. Bir siyasetçi de Yeni devlet kuruyoruz lideri de Sayın Cumhurbaşkanı diye muhalefet tepkisi yaratarak çatışma ortamına çanak tutuyor.

Göze girip köşe kapmak veya oy artırmak için çatışma üretici konuşanlar bilmelidir ki düşmanda da hainde de plan, tuzak, senaryo çok! Dikkatli olmaları gerektiğini anlamalılar. Siyasetçi dediğin ülkeyi nasıl daha iyi yöneteceğini anlatmalı sadece. Suçlama furyasına kapılmaktan kurtulmalıdır.

Protokol kavgalarına kadar giden köşe kapmaca hastalığı fay hatlarımızı tetiklemesin; rakibe oy kaybettireceğiz diye küçük düşürücü, aşağılayıcı dil kullanmasın kimse. Engin olsun gönüller, arınsın ben duygusundan. Böyle olanlar görev alsın biraz da; benbenciler, kavgacılar değil. Millet böyle diyor. %50'yi aşmak isteyen bu sesi çok iyi duymalı!